02.01.2013, İstanbul
2012 yılının son günlerinde hastalanan babamı hastaneye yatırmamızın ardından yeni yıla hastane odasında gireceğimiz kesinleşmişti. Yeni yıl ya da yılbaşı bana çok bir şey ifade etmiyor. Bizim için anlamı yeni bir zamana ailecek bir arada iyi temennilerle, hayır dualarıyla başlamaktan öte değil. Ama 2013 yılını ilk kez çekirdek ailemiz, birbirinden ayrı ve sonucu belirsiz bir süreç içinde karşılayacak.
Hastane şehir merkezine uzak, ulaşımı da pek kolay olmadığından çam ormanlarının içinde, ıssız, sessiz bir ortamdayız. Bazı imkanlara ulaşmak pek kolay olmuyor.Hastane odalarında ısıtıcı kullanmak yasak. Çay, kahve gibi ihtiyaçlarınızı hastane kantininden karşılayabiliyorsunuz. Ama kantinde Türk Kahvesi yapmıyorlar. Teferruatlı ve el oyalayıcı olduğundan, bir de içen yokmuş, o yüzden tercih etmiyorlarmış. Gittiğimiz ilk gün sormuştum.
Benimde kafa çalışmaz, kahve içmezsem. Nescafe aynı işi görmüyor. Şöyle sade, bol köpüklü, hadi yanındaki buzlu su, çikolata falan bunlardan vazgeçtik. Ama ille de Türk Kahvesi.
Hastanede bir haftayı geçirdik. Babam da iyileşme eğiliminde. Kahve özlemi son haddinde. Rüyamda bile kahve içerken görmeye başladım kendimi.
Ben sohbetlerde çay yerine kahveyi her zaman tercih ederim. Çay çok uzun sohbetlere gebe. Bazen sıkılıyorum. Ancak kahve öyle değil. Keyfi bir başka. Sohbeti farklı. Üstelik hatırı da büyük. 40 yıl kadar sürüyor. Çay için böyle bir söylem var mı acaba?
2013 yılının ilk sabahı biz hasta yakınları her zamanki gibi saat 06.00 da gelen kahvaltıyı almak için uyandık. Uzun yıllardır belki de ilk kez bir yılbaşı ertesi bu kadar erken uyandım. Bu da bir farklılık olsun diyerek kocaman camlarla birbirimizden ayrıldığımız deniz, gökyüzü, adalar, çam ormanı manzarası ile kucaklaşarak, hem bizim hem de tüm insanlık için hayırlı bir yıl olmasını diledim.
Saat biraz ilerleyince çalan telefonum bana yeni yılın ilk sürprizinin habercisi oldu .Arkadaşım Sebahat, hemen aşağı kantine inmemi, hastamı on beş dakika kadar yanlız bırakabileceğimi söylediğinde biraz telaşlandım. Neden yukarı yanıma gelmemişti? Oysa ziyaretçi giriş ve çıkışlarında sorun yoktu. Devamlı yanıma gelebildiği halde şu an neden beni aşağı, hastane dışına çağırıyordu?
Sebahat’ı , evinden getirdiği elektrikli kahve makinesi, çok şık iki kırmızı kahve fincanı ve iki minik likör kadehi ile hastane kantininden özel izin alarak bir köşede bana yılbaşı sürprizi hazırlamış ve bu hoş masaya gelmemi beklerken buldum.
Kantinde insanlar tuhaf tuhaf bu iki kadının kucaklaşmasına, hatta birinin yanaklarından süzülüp gidiveren gözyaşlarına anlamsızca bakakaldılar. Kantinci ise yüzünde muzip, kocaman bir gülümsemeyle belki de hiç yaşamadığı ve yaşayamayacağı, kendisinin de izin vererek katkıda bulunduğu böyle bir buluşmayı hoşlukla izliyordu.
Sebahat, büyük bir titizlikle kahveyi yaptı. Kırmızı fincanlara boşalttı.Kokusu tüm kantini sardı; sinmiş çay ve tost kokusuna inat edercesine. Sonra arkadaşım kocaman çantasından en sevdiğim Kahlua likörünü de çıkarmaz mı? Fincanların yanındaki minik kadehlerin de sırrı çözülmüş oldu. Yeni yıla, dostluğumuza, sağlığa kadeh kaldırdık.
İnsanlar samimiyet ve sevgi ile çölde bir vaha yaratabiliyor. Bir fincan kahve ile Sebahat’ın bana yaptığı sürprizin kötü geçen günlerimde bana yarattığı olumlu enerjiyi anlatamam.
İnsanın insana değer vermesi ve sevmesi. İşin özü bu.
Çok teşekkürler dostum Sebahat, çok teşekkürler kantinci kardeş…
Oya ENGİN
Seninle içtigim kahvelerin güzelligini biliyordum ama; sözçüklere dökülüşü kahve tadının ötesin de olmuş.
Afiyet olsun…
Ben de kahveyi çok severim ama Sebahat hanımında söylediği gibi kahve tadının da ötesinde olmuş! Bence de afiyet olsun!