Adam bağırdı.
“Kilitle!”
“…………”
“Kilitle diyorum.”
Kadın her zamanki teslimiyetle kendi zincirinin anahtarını istemeden de olsa asma kilidin derin bir kuyuyu andıran deliğinde iki kere çevirdi.
Adam iki kere dönen anahtar sesiyle her sabah olduğu gibi zaferini kutsayan uzun adımlarla önce kadının elinden anahtarı aldı sonra sallana sallana uzaklaştı.
Kadın adamın ardından bir süre gözlerini kapatıp bekledi. Sonra bakışlarını zincirlerin arasından görünen doğaya çevirdi. Pırıl pırıl bir güneş bütün davetkârlığıyla bulutlarla oynaşır gibiydi. Nazlı bulutlara da yedi dağın çiçek kokularını taşıyan rüzgâr eşlik ediyordu. Bir süre bu kokuları koklayarak hayal kurdu.
Bu eve ilk geldiği zamanları düşündü. Çaresizliğine ilaç gibi gelen bu ev ona neredeyse bir mezar olmak üzereydi. Çok seven, çok sevdiği için çok kıskanan bir erkek ilk zamanlar gururunu okşamış ancak ilerleyen yıllarda ağır bir ruh hastası olduğunu anladığı adamın gazabından ancak bu zincir ve bir asma kilitle kurtulabilmişti. Son zamanlarda içindeki isyan kontrol edilemez hal almaya başladığından kendinden de korkar olmuştu. Ta ki onlar ilgisini çekene kadar.
Her yaz başı evlerinin önündeki çayırda birkaç grup insan geliyor, ellerindeki fotoğraf makineleri ve kameralarla gökyüzünü izliyor, kuş sürülerini bekliyor ve sonra gidiyorlardı. Yakındı, yine o gruptaki meraklı ve özgür insanlar gelmek üzereydi. Bu ıssız dağ başında o insanları izlemek hayatla bağlantı kurabildiği, oyalandığı, beklediği tek şeydi. Bu kez onlara katılmak için ne yapması gerekiyorsa yapacaktı.
O sabah hissetmişti, bugün ilk insan grubu gelebilirdi.
Mutfağa geçip aceleyle bir çay demledi. Köşe bir ekmeğin içine bir dilim peynir koydu, iyice sıktı. Sıcak çay fincanını alıp zincirinin önüne geçip beklemeye başladı. O gün kimse gelmedi. Ertesi gün de…
Hafta sonu ilk grup göründü, Bu kez çocuklar da vardı. Kameraları kurdular, kamp sandalyelerine oturdular. Neşeli sohbetleri evin içine kadar geliyordu. Zincirlerin arasından seslendi.
“Hey, çocuk! Baksana buraya.”
Uzun boylu çocuk önce sesin nereden geldiğini anlayamadı sonra elini sallayan kadını gördü. Koşarak yaklaştı, az öteden seslendi.
“Bana mı dediniz?”
“Evet, evet. Siz ne yapıyorsunuz orada, kuş mu takip ediyorsunuz?”
“Leylek bekliyoruz.”
“Ne yapacaksınız ki leylekleri?”
“Annemler her yıl geliyorlar, bu yıl ben de gelmek istedim. Annem “Çok eğleniyoruz. Baharı karşılıyoruz. Umut oluyor, yenileniyoruz” diyor. Sonra da müzikli piknik yapılacakmış.”
Çocuk annesinin seslenmesiyle zıplaya zıplaya grubun yanına giderek aralarına karıştı.
Kadın gülümseyerek, “Demek leylek beklemek umut oluyormuş, eğlence oluyormuş. Benim için de özgürlük olsun o zaman” diye mırıldandı. Grubun gitmesini bekledikten sonra içeri geçti. Yarın sabah leylek beklerken giyeceği giyisileri özenle seçti.
Ertesi sabah içinde sabırsız bir sevinçle uyandı. Güzel bir çay demledi. Bu sefer iki kişilik bir kahvaltı hazırladı. Adam şaşırdı. Uzun zamandır birlikte yemek yememişlerdi.
Kahvaltının ardından adam, “Kilitle”dedi.
Bu kez kadın ikiletmedi, el çabukluğu ile kilidi bir ileri bir geri yaptı, hem kapadı hem açtı. Anahtarın çıkardığı iki klik sesi her ikisini de mutlu etti. Adam her günkü gibi anahtarı cebine attı, sallana sallana uzaklaştı. Kadın içeri gitti, giyindi, zincirin ucundaki kilidi açtı, az ilerideki çayıra gitti, yere bağdaş kurup oturdu, leylekleri beklemeye başladı.
Oya ENGİN/10 Kasım 2024, Beykoz
Son Yorumlar