Yine çam ağaçlarının çevrelediği deniz manzaralı uzun geniş balkonlarda martılara yemek artıkları ve ekmek atma zamanlarından birindeyim. Koah hastalığının ailemizi ilk ziyaret ettiği zaman 1994 yılında gene böyle bir yılbaşı arifesindeydim. O zamanlar bu hastalığın ne olduğunu bile bilmiyorken meğer en ağır ataklarından birini geçiriyormuş babam. Şimdilerde devre dışı kalan Heybeliada Sanatoryumu’nda tedavi göreceğimizi öğrendiğimizde neyle karşılaşacağımızı bilemeyerek üç kişilik aile minik valizlerimizle hep birlikte hastanenin yolunu tutmuştuk.
Hava Aralık ayının son günleri olması sebebiyle bir hayli soğuktu. Şehir hatları vapuru adanın iskelesine yanaştığında kuru bir ayaz bizi sarıp sarmalayarak karşıladı. Sanatoryum adanın tepesinde, sahilden bir hayli uzak olduğu için kiraladığımız fayton ile Marmara Denizi’nden esen soğuk rüzgar ve hırçın dalgalarla boğuşan martıların çığlıkları arasında hastaneye ulaştık. Çok eski çam ağaçlarından meydana gelmiş ormanın içindeki hastanede Koah hastası olarak o tarihteki tek hasta olan babam eğitim gören asistanlar tarafından sevinç dolu bir heyecanla karşılandı. Bu sebeple bizim de Heybeliada günlerimiz buruk bir şaşkınlıkla başladı.
Çam ormanlarının çevrelediği, deniz manzaralı, geniş, uzun balkonlarla bu hastanede tanıştım. Eski yer karoları ile döşenmiş bu balkonlarda büyük dinlenme şezlongları vardı. Nemden, güneşten, rüzgardan yıpranmış; oldukça bakımsız bir şekilde hastalarını beklemekteydiler. Çok katlı binanın balkonlarındaki martılar, hastalar ve refakatçileri ile adeta tek yürek olmuşlar hayatı birlikte yaşamaktaydılar. Yemek yendiği saatleri takip eden martılar yavaşça süzülerek balkonlara geliyorlar günlük kısmetlerini kah yerden, kah insanların elinden yiyerek karınlarını doyuruyorlardı. Şehir hatları vapurlarından martılara simit atmak ne ifade ediyorsa bu balkonlarda da martılara, güvercinlere ve haylazca araya karışan serçelere ekmek ve yemek artıkları atmak onu ifade ediyordu. Her yemek sonrası heyecanla beklenen ve günde üç kez tekrarlanan bir ritüeldi bu…
Aralık ayının en soğuk gecelerinde bu balkonlarda çok zaman geçirmişimdir. Hastane odasından kaçıp, bir fincan çayın sıcaklığına sığınarak gecenin sessizliği içinden günün ilk ışıklarına çok çıkmışlığım, sabahı olurmu acaba dediğim çok geceler olmuştur. Gökyüzünün yoğun gri renginin kasveti beni ilk kez bu kadar derinden Heybeliada tepelerinde sarsmıştır.
Hastane eczanesinde kalmayan bir ilacı acilen alabilmem için gece 24.00 civarı adanın tepesinden ıssız çam ormanlarının arasından rüzgarla karışık yağan yağmur altında korku dolu adımlarla tek başıma yürüyerek nöbetçi eczaneye ulaşıpta bir müze ortamında kendimi bulduğumda çektiğim sıkıntı ve korku bir anda kayboluvermişti. Eczane canlı bir tarihti sanki. Antika değeri olduğu besbelli camlı dolaplar ve üzerlerindeki oymalar el yapımıydı. Kullanılan kavanozlar, kaseler, fanuslar, şişeler, her şey tarihi eser niteliğindeydi. Gecenin koynundan süzülüp bir müzeyi gezen hayalet gibi hissediyordum kendimi. Bir kaç yıl sonra bir gazetenin Pazar ekinde bu eczanenin içindeki eşyaların tamamının sağlık müzesine bağışlandığını öğrendiğimde o soğuk, yağmurlu,rüzgarlı, korku ve şaşkınlık dolu geceyi anımsamıştım yeniden.
İstanbul’da yaşayanlar bilirler. Adalar bahar ve yaz mevsiminin en güzel yaşandığı mekanlardır. Heybeliada’da bunlardan biri. Ancak benim anılarımda hep hüzünlü, kırık bir yeri vardır. Koah hastalığı genelde kışın atak yaptığı için ben hep Heybeliada’nın gülen, canlı, neşeli cıvıl cıvıl halini değil de panjurları kapalı evlerini, soğuk, ıssız sokaklarının daimi konukları olan kedi, köpeklerin sakince dolaştığını, geniş gövdeli ulu ağaçlarının altında kareli örtülü masaları ile kış mevsiminin hüznünü yaşayan tek tük müşterili büyük çay bahçelerini hatırlıyorum.
Adadaki sanatoryumun kapatılarak Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi ile birleşmesinden sonraki ilk deniz manzaralı, uzun, geniş balkonlarda martılara yemek artıkları ve ekmek atma zamanlarından birindeyim. Yine bir yılbaşı arifesindeyiz. Koah atakları ailemizi yeniden hatırladı. Bu satırları da hastane odasından yazmaktayım. Birazdan yemek yenecek ve ben ekmek parçalarımla uzun, geniş, rüzgarlı, ada manzaralı balkonda martıları besleyeceğim…
Oya ENGİN
31/12/2012
Bu şahane yazının ardından geçmiş olsun dileklerimi kabul edin Oya hanım, ellerinize ve kaleminize sağlık!
Yazılarınızı bir çırpıda zevkle okuyorum.Gönülden paylaşmak denilen de bu olsa gerek. Babanıza acil şifalar diliyorum.Kaleminiz daim olsun.Sevgiler
Babaya acil şifalar. Artık senden bir roman beklemek hakkımızdır.