Simit Sevgisi…

 

Zengin, fakir, çoluk, çocuk, genç, ihtiyar simit sevmeyen insan  pek azdır. Bana yurdunu anlat dendiğinde bir çok kişi simitten bahsetmeden geçmez.  Bu leziz untitledsusamlı halka adeta ülkemizin sembollerindendir. Adı, şekli, tadı şehirden şehire değişse de  simit bizim baş yiyeceklerimizden olmaya devam edecek gibi görünüyor.  Hele de yanında demli bir çay biraz da peynir…  İşte o zaman değmeyin keyfine.

Simit sevgisi herkesin çocukluk yıllarında başlar.  Her çocuk mutlaka evinde  ya sabah kahvaltısında ya sokakta oynarken, okul çıkışı  ya da akşam ailesiyle birlikte simit yeme keyfine varmıştır. Evde yapılması pek mümkün olmayan bir yiyecektir. Yapılsa da her zaman aynı lezzet tutturulamıyor. Yani  sureti aslını yaşatamıyor.

Simitin hikayesine biraz göz atınca ilginç bilgilerle karşılaştım.

Adı, Arapça Simad kelimesinden gelip anlamı iyi beyaz un demekmiş. Evliya Çelebi’nin yazılarında bahsedildiğine göre ilk simitler araba tekerleği büyüklüğündeymiş. Zamanla küçülerek bu günkü hallini almış. İyi ki bu ölçüye gelmiş yoksa araba tekerleği kadar simiti yemekte zorlanırdık.

Tarihten gelen lezzeti ile simit 1593 lü yıllarda “simid-i halka” adıyla kayıtlara geçmiş ve 1691 yılında tutulan mutfak defterinde Saray’a günde 30 adet “halka-i simid” tahsisi yapılmış olduğu görülmektedir. Simitler hakında bir başka bilinen gerçek ise padişahların ramazan ayında verdikleri iftar yemeklerinden sonra yollarda saf tutan  askerlere simit hediye etmeleridir. Simit bizim kültürümüzde padişah tarafından hediye edilecek kadar değerli bir yiyecekmiş.

18.yüzyıl kaynaklarından anlaşıldığı üzere  halka sözcüğü kalkarak sadece simit kelimesi kalmış. Gerçek bir halk yiyeceği olan simit için üreticileri hakkında 1761 yıllarında ekmekçiler, börekçiler ve simitçiler arasındaki rekabetten dolayı İstanbul Kadısı tarafından “simitçiler ekmek üretemeyecekler” diye hüküm çıkarmıştır. Simitçler ilk olarak 1910 yılında bir araya gelerek dernekleşmişler.

Fırından yeni çıkmış, sıcacık, çıtır çıtır bir simite kim hayır diyebilir? Ne kadar karnımız tok olsa da tazecik bir simit bizi cezbeder, onu satın alıp yemekten kendimizi alamayız. Hem lezzetli hem de ucuz olması nedeniyle karnını kolay ve çabuk yoldan doyurmak isteyenlerin tercihi simit, bir dönem memurların öğle yemeği olarak “susamlı piliç” adı ile anılmakta idi. Benim de memurluk hayatımda öğlen tatilinde çok simit yemişliğim vardır. Zamanını iyi değerlendirmek isteyen memurlar hem pratik yenmesi hem de ekonomik olması sebebiyle “susamlı piliç” adını verdikleri simiti tercih ederlerdi. Memur ve işçilerin sosyal hakları için veya halkın toplumsal olaylarda verdikleri mücadelelerde simit hep onların yanında olmuştur.

Yabancı literatürlerde Türk fast-food u olarak yer almış olan simit  basında da hakettiği değeri bulmuştur. Ülkemize gelen hemen hemen bütün yabancı ülke vatandaşları methini duydukları simitin tadına bir kere olsun bakmışlardır. Özellikle Eminönü’nde günün her saati elinde  simitlerle gezen turistlere rastlamak mümkün.

Simitin ilk mucidi Kanuni’nin vezirlerinden Şemsi Paşa imiş. Eski ustalar kaliteli bir simitin özelliklerini sıralarken 22 ayar Osmanlı Altını renginde olmalı demişler. Üzerine sürülen pekmezin de dut pekmezi olması gerekirmiş. Eskiden hacca veya askere gidenlerin kendilerini uğurlayanlara birer simit alıp bunların yarısını yanlarına almaları diğer yarısını da dönene kadar duvara asmaları gibi sembolik anlamı varmış. En iyi simitin Safranbolu ve Kastamonu’da yapıldığı söyleniyor.  Diğer şehirdekiler sakın alınmasın, simit hakkında araştırma yaparken bu bilgiye rastladım.

Simit deyince benim aklıma Şehir Hatları Vapurundan denizden havalanıp süzülerek bizi takip eden martıları beslemek geliyor. Bir de yıllar önce televizyonda izlediğim merdiven altı imalathanelerinde sağlıksız koşullarda üretilen simitler geliyor.

Nakliye sırasında bizzat şahit olduğum yanlışlıklar sebebiyle sokak simitlerinden yiyemiyorum. Ancak fırınların ve simit satan dükkanların simitlerinden yiyerek bu keyfi yaşayabiliyorum.

Kurumsal şirketler, bu leziz ve Osmanlı’dan gelen yiyeceğimizi sınırlarımızın dışına taşıyarak  simit ile  çay ikilisini uzak diyarlar ile tanıştırmış. Böylece yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız  döner dönmez  yemek istedikleri geleneksel yiyecekleri simitlerini artık bulundukları ülkelerde de yiyebiliyorlar.  Bu arada yabancı ülkelerde simit yanında başlarda çay yerine kahve verilirken insanlar yavaş yavaş Türk çayının zevkine varmışlar ve artık kahve yerine simit yanında çay sipariş vermeye başlamışlar. Türk tipi kahvaltı veren seçkin mekanlarda simit sofraların baş köşesine çoktan kurulmuş. İngilizcede de Turkish Bagel diye anılıyor.

Simit kendi kimliğinin yanına farklı yiyecek ve içecekler ekleyerek leziz ikililer yaratmayı başarmış. Simit ve çay, simit ve ayran, simit ve peynir gibi.

Ne diyeyim, yanına hangi lezzeti katarsa katsın,  yolu açık olsun…

 

Oya ENGİN

27/12/2012

 

BİLGİLER: Simitçi Dergisi

One comment on “Simit Sevgisi…

  1. Mahmure Erten dedi ki:

    Simit hakkında sayenizde ne güzel bilgiler edindik teşekkür ederim Oya hanım! Karadeniz Ereğli’nin de simit hakkında epey bir şöhreti olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.