Kitaplarımın yolculuğundan bahsetmek istiyorum bu yazımda. Birkaç kişi “Nasıl başladın kitap yazmaya?”diye sorunca ben de çocuk kitaplarını yazmaya nasıl başladığımı ve devamını sizlerle paylaşmak istedim.
Her şeyde biraz nostaljiyi severim. Müzik, eşya, film, moda, yaşam tarzı… Çünkü geleceği şekillendirmek için geçmişi bilmek, güncelleyip geleceğe yansıtmak gerekir diye düşünüyorum. Benden duymuş olmayın ama geçmiş ile geleceği kıyaslıyor, eskileri özlüyorsanız yaşlanıyor gibisinizdir. Tam da böyle hissetmeye başlamışken bir yazı projesinde yer almam için teklif aldım. Üstelik yaşlanıyorum derken çocukların dünyasına inmem gerekecekti.
Proje, İstanbul’un yedi tepesinin yedi öyküyle anlatılmasıydı. İstanbul ile ilgili tarih ve tarihi eserler ön planda olacak şekilde hikayeler kurgulamamız istendi.
Tam da bana göre bir iş. Gezi severim, tarih severim en önemlisi şehrim İstanbul’u severim. “Bu projede olurum ama ben nostalji kokan bir hikaye yazarım” dedim. Bakar mısınız, hemen kapris, hemen bir dayatma… İnsanoğlu anlaşılmaz bir varlık. Ama içime sinen bir iş çıkarmak istiyorsam sevdiğim şekilde yapmalıyım.
Proje yöneticisi bana İstanbul’un dördüncü tepesini yazma işini önerdi ve özgürsün dedi, nasıl istiyorsan öyle yaz. Dördüncü tepe mi? Çok şaşırdım. Zira benden çocukluğumun geçtiği Fatih’i yazmamı istiyordu. Kolay olacaktı. Aslında gözüm birinci tepedeydi ancak başka bir yazar arkadaş Sultanahmet’i yazmayı üstlenmişti.
Anneannemin Gizemli Fotoğraf Kutusu adını verdiğim hikayede, kahramanım Ceren oldu. Ceren; Fatihte yaşayan anneannesinin evinin taşınması sırasında bulduğu gizemli bir kutu içindeki fotoğraflara bakarak hem ailesinin hem de İstanbul’un dördüncü tepesinin tarihine keyifli bir yolculuk yaptı. Bu yolculuk sırasında akrabalık bağları, tarih ve hayvan sevgisi, geçmişte olan ama şimdilerde unutulmuş davranışlar, tarihi eserleri tanımak ve korumak ile ilgili olaylara tanıklık etti. Saray hayatını gözünde canlandırdı, kendini bir sultan olarak hayal etti.
Proje sürecinde elde olmayan bir aksilik sonucu Sultanahmet bölümünü de benim yazmam gerekti. Yine şaşırmıştım. Çünkü birkaç ay önce Sultanahmet bölgesini anlatan bir hikaye hazırlamıştım. Sadece birkaç yerinde projeye uygun düzeltmeler yaptım.
Deniz Kokulu Şehir adlı hikayede bu kez kahramanım Zeynep oldu. Şehir dışından gelen Zeynep, dedesinin arkadaşlarıyla İstanbul’un birinci tepesini gezdi.
İstanbul Yeditepe Öyküleri serisindeki iki hikaye okuyucular tarafından sevilince bir roman yazmaya karar verdim. Bu sefer birden çok kahraman, olaylar, olaylar… Küçük bir sahil kasabasında geçen yine nostalji öğeleri barındıran içinde minik bir fantastik bölüm de olan Ay Işığında Oynayan Balıklar kitabı… Maya ve Burak’ın çevresinde gelişen hikaye o kadar sevildi ki çocuk okurların yanında hatırı sayılır bir yetişkin okura da ulaştı. Geri dönüşlerden anlıyorum ki, her yetişkinin bu hikaye gibi bir çocukluk anısı varmış. Bu beni çok mutlu etti.
Nostaljiden kopamadığım için yayınlanan son kitabım Fısıldayan Zeytin Ağacı’nda; zeytin tanelerinin hikayesini anlatırken annemin Kazdağlarında geçen çocukluğundan izleri mitolojik olayları da kullanarak okuyucularla paylaştım. Bu kez kahramanım Ayza, inatçı anneannesi ve kuzeniyle Kazdağlarına yolculuk yaptı. Yine yetişkinler tarafından da bolca okunan bu hikayede kuşaklar arası çatışmaları gördük. Kimbilir, belki de bu çatışmalar yetişkin okurların ilgisini çekmiştir. Hepimiz kuşak çatışmaları yaşamadık mı? Dilimizi korumak ve teknolojinin her yaşta insanı cezbetmesiyle ilgili komik söylemlerin de olduğu bu hikayenin devamı olan ve tamamen fantastik öğelerden oluşan yeni hikayenin yazımı da tamamlandı. Okurları sürprizlerle dolu heyecanlı olaylar bekliyor.
Bu hikayeleri okuyan, ilgi gösteren, bana katıldığım fuarlar, imza günleri, mesaj, sosyal medya ve mail yoluyla ulaşan, toruna aldım ama önce ben okuyacağım diyen sevecen okurlarıma kucaklar dolusu sevgiler.
Oya ENGİN/08 Eylül 2018, İstanbul
Son Yorumlar