Masal: Altın Bulut

 

Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal pireler berber ben babamın beşiğin tıngır mıngır sallar iken büyük bir şehirde yaşayan adı da Ayza olan bir kız çocuğu varmış.

Ayza;  hayatta en çok dağları, ağaçları ve kuşları severmiş. En büyük hayali ise okul arkadaşları ile birlikte bir kamp gezisi yapmakmış. Henüz on yaşında bir çocuk olduğu için çok otoriter, dediğim dedik büyükannesi onun tek başına bir kamp gezisine katılmasına izin vermiyormuş. Ayza’nın annesi ve babası ne kadar uğraşsalar da bu inatçı büyükanneyi bir türlü ikna edemiyorlarmış.

Bir gün akşam üzeri telefon çalmış. Arayan büyükannenin çocukluk arkadaşı Fatma Nineymiş. Uzun uzun konuşmuşlar.  İki arkadaş bu baharda Fatma Nine’nin köyünde buluşmak üzere sözleşmiş.

Bahar gelmiş ve inatçı büyükanne torunu kızını ve damadını da yanına alarak uzaklara doğru yola çıkmışlar. Fatma Nine’nin köyüne vardıklarında Ayza tam hayallerindeki gibi bir köyle karşılaşmış. Üstelik gittikleri evde kendi yaşlarında iki çocuk da varmış.

Köydeki çocuklar o hafta sonu okullarıyla birlikte bir kamp gezisi yapacaklarını, Ayza’nın da geziye gelmesini istemişler. Uzun uğraşlar sonucu inatçı büyükanneyi  ikna etmişler ve Ayza en büyük hayalini gerçekleştirmek üzere kamp gezisine katılma iznini kopartmış.

O gece köy evinin bahçesinde ateş yakıp başında oturmuşlar. Büyükler kendi aralarında konuşurken yan bahçenin içindeki yıkık ev Ayza’nın çok dikkatini çekmiş. Evin öyle hüzünlü bir hali varmış ki. Yerinden kalkıp bahçe duvarından içeri bakmış. Yıkık evin önünde kesilmiş bir zeytin ağacı, duvarın dibinde kurumuş bir çeşme varmış. Her yeri yabani otlar kaplamış. Dalgın dalgın bahçeyi seyrederken Ayza’nın kulağına bir ses gelmiş.

“Hey, baksana küçük çocuk.

Ayza sesin nereden geldiğini önce anlayamamış. Dikkatlice kulak kabartmış. Ses tekrar duyulmuş.  Kesilmiş zeytin ağacının dibinden yeni çıkan bir daldan geliyormuş bu ses.

“Buradayım. Beni sakın unutma yakında yine görüşeceğiz” demiş nazlı nazlı sallanan zeytin fidesi.

Ayza o gece hem şaşkınlıktan hem de sevinçten uyuyamamış. Ertesi sabah evdeki çocuklarla birlikte okulun bahçesinde bekleyen araca binip dağdaki kamp yerine doğru yola çıkmışlar.

Kamptaki ilk gecelerinde Ayza çok garip bir olayla karşılaşmış. Kamp çadırlarının yakınında çalılıkların arasında bir karaltı görmüş. Önce korkmuş ama daha sonra yaralı bir hayvan olabileceğini düşünerek ilerlemeye başlamış. Bir de bakmış ki; kendi yaşlarında bir erkek çocuk kamp alanını gözetliyormuş.

Çocuk Ayza’yı görünce önce saklanmış daha sonra ortaya çıkmış.

“Merhaba” demiş.

Ayza da merakla sormuş.

“Ne yapıyorsun burada?”

“Seni arıyorum” demiş çocuk. Ayza şaşırmış.

“Beni nereden tanıyorsun ki?”

“Konuşan güvercin beni sana yolladı” demiş çocuk.

“O da kim? Hiç konuşan güvercin olur mu?”

“Adonisi tanısan böyle söylemezsin.”

Ayza kafası karmakarışık bir şekilde çocuğu incelemeye başlamış. Kafasında bir bere, sırtında koca bir çuval üzerinde kendisine kocaman gelen eski moda bir hırkayla aynı çizgi filmlerdeki çocuklara benziyormuş.

“Adın ne senin?” Diye sormuş Ayza.

“Otis” demiş çocuk.

“Beni neden arıyorsun?”

“Dedemden bana kalan hazineyi birlikte bulmak için.”

“Dedenden sana hazine mi kaldı?” Demiş Ayza.

“Bilmiyorum.”

“Bilmediğin bir şeyin hazine olduğunu nasıl anladın?”

“Dedemden bana bir mektup kalmış. Orada bana değerli bir şey bıraktığını yazmış. Herhalde bir hazinedir.”

Ayza mektupta yazılan değerli şeyin, ne olduğunu öyle merak etmiş ki.

“Ben seninle gelemem, kampta beni ararlar” demiş üzgün bir şekilde.

“Otis gülümsemiş. Biz Altın Bulut’a bineceğiz. Onun içinde zaman çok hızlı akar. En geç bir saat sonra buraya dönüş oluruz” demiş.

“Altın Bulut mu? O da ne?” Demiş Ayza.

“Güvercin Adonis;  arkadaşı Kaz İdios’la birlikte sadece çok öneli olaylar için kullandıkları Altın Buluta bizim de binmemize izin verdi. Altın Bulut’a binerek zamanlar arası yolculuk yapıp hazineyi bulacağız.”

Ayza gözlerini kapamış. Kendini kocaman pırıl pırıl parlayan bir altın bulut içinde hayal etmiş. Çabucak geri dönecekleri için de Otis’le hazineyi aramaya gitmeyi kabul etmiş. Nasılsa cep telefonu yanındaymış. Bir şey olursa ailemi arar haber veririm diye düşünmüş.

Ayza ve Otis birlikte yürümeye başlamışlar. Kaptan epey uzaklaşınca bir tepeye gelmişler. Otis cebinden bir kaval çıkarıp çalmış. Az sonra iki kocaman kaz gelip yanlarına konmuş. Kazların geniş sırtlarına oturup dağın zirvesine doğru uçmaya başlamışlar. Bir süre uçtuktan sonra karşılarına bir ışık çıkmış. Ayza ışığı görünce anlamış ki Altın Bulutun yanına gelmişler.  Kazlar iki çocuğu yavaşça bulutun içine bırakıp geri dönmüşler. Altın bulutta Adonis ve İdios çocukları bekliyormuş. Ayza çok şaşkınmış. Konuşan bir kaz ve güvercin, garip bir çocukla birlikte elini uzattıkça pırıltıların uçuştuğu bir bulut içindeymiş. Üstelik kendi zamanından da çok uzaklara yolculuk etmek üzereymiş.  İdios ve Adonis çocukları sıkı sıkı tembihlemişler. “Bulutta tutunacak yer yok, dengenizi iyi sağlayın. Birbirinizin elini bırakmayın” demişler. Altın Bulut yavaşça hareket etmiş. Bulutun içinde hafif bir rüzgâr esmiş. Ayza çok heyecanlanmış.

Dağın üzerinde gezinmeye başlamışlar. Önce Otis’in dedesini bulup, mektupta yazan hazinenin ne olduğunu soracaklarmış.  Otis’in dedesi ilk gençlik yıllarında dağlarda orman kulübeleri inşaatı yapıyormuş. O yüzden dedeyi ilk olarak dağın iç taraflarında aramaya başlamışlar.

Yolda giderken Ayza ve Otis sohbet etmeye başlamışlar.

“Otis; sırtındaki çuvalda ne var?”

“Dedemin battaniyesi.”

“Dedeni nasıl göreceğiz ki? Sen doğmadan ölmüş.”

“Biz Altın Bulutla dedemin ilk gençlik yıllarına geri gidiyoruz. Bizim yaşadığımız zamanlar çok ileride kaldı.”

Ayza duyduklarına inanamamış. Hemen telefonunu açmış. Ama ne internet ne de hat varmış. Gerçekten çok eski zamanlarda olduğunu anlamış. İyice heyecanlanmış. “Kaç çocuk böyle bir macera yaşayabilir ki?” demiş kendi kendine.

Az sonra bir inşaat alanının üzerine gelmişler. Aşağıda oturan işçiler varmış. Masalarda mumlar yanıyormuş. Altın Bulut biraz alçalmış. Şimdi aşağıdakiler daha net görülüyormuş. En uzaktaki masanın başında tek başına oturan Otis’in dedesini görmüşler.  Otis çok heyecanlanmış. İdios ve Adonis kendi aralarında konuşmaya başlamışlar.

“Çok eskiye gittik. Biraz daha yakın zamana gitmemiz lâzım. Burada çok genç görünüyor. Mektubu yazdığı yaşlarına gitmeliyiz. Hadi yükseliyoruz” demişler. O sırada Otis üzerinden dedesinin hırkasını çıkarıp aşağı atmış. Dedesi yanına düşen bu hırkaya çok şaşırmış. Havaya doğru bakınca Otis dedesinin gençliğiyle göz göze gelmiş. Dedesi boşluğa bir süre baktıktan sonra hırkayı yerden almış çırpmış. Hırkadan çevreye pırıl pırıl altın tozları saçılmış. Bütün işçiler buna çok şaşırmışlar.

Biraz daha yol almışlar.  Bu sefer dağın öteki tarafına yolculuk yapmaya başlamışlar.  Az sonra bir rüzgâr esmiş Altın Bulut öyle bir sallanmış ki Otis ve Ayza dengelerini kaybedip hızla aşağıya düşmüşler. Düştükleri yer otlardan yapılmış yumuşacık bir yatakmış. Bir süre yattıkları yerden kıpırdayamamışlar ama duydukları öfkeli bir ses onları kendine getirmiş.

“Çabuk kalkın benim yatağımdan.”

İki çocuk hemen ayağa kalkmışlar. Karşılarında çok yaşlı, zayıf, saçları metrelerce uzun bir kadın duruyormuş. Saçları o kadar uzunmuş ki ağırlığından neredeyse hareket edemiyormuş.

Çocuklar bu acayip kadından çok korkmuşlar.

Otis “Biz altın buluttan düştük. Birazdan bizi almaya gelirler. Sizi fazla rahatsız etmeyiz” demiş.

Yaşlı kadın Altın Bulut lafını duyunca birden sakinleşmiş. “Altın Bulut uçuyor mu hala?” demiş.  Çocuklar bu yaşlı kadının Altın Bulutu bilmesine çok şaşırmışlar. Yaşlı kadın sözlerine devam etmiş.  “Ben de o buluttan düştüm yıllar önce. Bugüne kadar beni almaya kimse gelmedi” demiş.

Çocuklar daha da şaşırmışlar. Otis cebinden kavalını çıkarmış. Üflemeye başlamış. İki kaz az sonra yanlarına gelmiş. İdios’a haber yollamışlar ve beklemeye başlamışlar.

Yaşlı kadın çocuklara Altın Buluta nasıl bindiklerini sormuş.

Otis; dedesinden kalan hazineyi aradıklarını söylemiş.

“Ne hazinesi bu” diye sormuş yaşlı kadın.

“Bilmem dedem bana ölmeden önce bir mektup bırakmış. Orada değerli bir şey yazıyor. Herhalde bir hazinedir.”

Yaşlı kadın gülümsemiş. “Değerli şeylerin ölçüsü illa parayla mı olur? Belki başka bir şeydir.”

Ayza ve Otis birbirlerine bakıp kalmışlar. O sırada Altın Bulut görünmüş. Yavaşça alçalmış. İdios seslenmiş. “Yanınızdaki kadının adı Floriza mı?” diye seslenmiş.

Yaşlı kadın bağırmış. “Evet İdios benim.”

Altın buluttan sevinç çığlıkları yükselmiş. “Nihayet bulduk. Yıllar önce düşürdüğümüz küçük Floriza’yı bulduk.”

Ayza ve Otis buluta binmişler ancak Floriza uzun saçları yüzünden yerinden fazla kıpırdayamıyormuş. İdios buluttan inip  Floriza’nın saçlarını gagasının içindeki çıkıntılarla kemirmeye başlamış. Saçlar koptukça yaşlı kadın gençleşmiş ve en son saç tutamı da kesilince o da Ayza ve Otis yaşlarında bir kız çocuğu olmuş.

İdios “Önce Floriza’yı ailesinin yanına götürelim sonra Otis’in dedesini buluruz” demiş.

Floriza’yı evlerinin bahçesine bıraktıktan sonra doğruca Otis’in dedesinin mektubu yazdığı yıla gitmişler. Altın Bulut şimdi bir tren istasyonunun üzerindeymiş. Aşağıda tren bekleyen yolcular arasında Otis’in dedesi de varmış. Dedesi artık yaşlı bir adammış. Otis buluttan yavaşça inip dedesinin yanına gitmiş.  Yaşlı adam çocuğa gülümsemiş.

Otis dedesine sormuş. “Bir yere mi gidiyorsunuz?”

“Evet oğlum. Başka bir köye gidiyorum” demiş.

Tam o sırada tren uzaktan görünmüş. Otis çok az zamanı kaldığını anlamış ve dedesine sormuş.

“Eğer torununuza bir mektup yazsaydınız; mektupla ona değerli bir şey bıraksaydınız bu ne olurdu?”

Dedesi çok şaşırmış.

“Az önce böyle bir mektup bıraktım. Çok tuhaf senin de bunu sorman.”

Sonra çocuğun kulağına eğilmiş. “Bir bahçe içinde konuşan bir zeytin ağacı ve yanındaki çeşmenin dibine gömülü teneke bir kutu bırakırdım” demiş.

Yaşlı adam istasyonda duran  trene binmiş ve gitmiş.

Otis buluta geri dönmüş ve olanları anlatmış. Ayza sevinçle bağırmış. “Ben buldum. Hazineyi buldum” demiş.

Kampa geri dönmüşler. Ayza saate bakmış gerçekten de sadece bir saat zaman geçmiş. Ayza; Otis’e kaldıkları evin adresini vermiş ve bitişik bahçede bir gece önce konuştuğu zeytin ağacını ve eski çeşmeyi anlatmış.

Otis eski eve gelmiş, çeşmenin yanındaki gömülü tenekeyi bulmuş ve açmış. Bir kâğıda sarılı zeytin çekirdekleri ve bir mektup daha varmış.

Mektupta “Bu zeytin çekirdeklerini bu bahçe içine gömmesini ve bu evde yaşamasını istemiş. Bu ev dedesine aitmiş.  Bu zeytin çekirdekleri bir süre sonra ağaç olacaklar çoğalacaklar ve sana kocaman bir hazine olacaklar. Benim topraklarımda zeytin çok değerli bir hazinedir” diye yazıyormuş.

Onlar ermiş muratlarına biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düşmüş. Biri bu masalı okuyanın başına, biri zeytin ağacı yetiştirenlerin başına sonuncusu da benim başıma…

 

Oya ENGİN/15 Mayıs 2021, Zeytinli köyü

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.