Döngü…

 

Yüz otuz dört adım  ileri  sonra  yüz otuz dört adım geri.  Bazen  şafak sökerken, sancılı bir gün doğumunda.  Bazen  gecenin hüzün yüklü iniş saatlerinde, bazen koyu zifiri karanlıkların ıssızlığında bazen de günün en hararetli koşuşturmasının içinde.  Yaşam yüz otuz dört adımla sınırlanmış. Hapishane avlularındaki voltalara benzer bir haller içinde.  Tek fark gecenin ıssızlığını bozan koridorlardaki ayak seslerinin çıkardığı melodi.  Sevdiği bir dinleti olduğundan onu sakinleştirebilen hemen hemen tek şey.  Hastası uykuya dalabildiği zamanlarda kendini attığı yüz otuz dört adımda biten koridor.

Kapıların altlarından sızan yorgun ışıkların aydınlattığı loş koridorda genellikle kadınlar bekleşiyor. Hastalarının başından ayrılıp biraz nefes alabilmek, üzerlerine sinen hastalık psikolojisinden sıyrılmak, bazen bir pencere kenarında  sigara tellendirmek, rastlaştığı bir başka refakatçiyle az biraz sohbet edebilmek  bazen  de gecenin soğuğuna katlanabilmek için bir çay fincanının kulpuna dolanmak için.

Kendini koridora attığı zamanlarda diğer kadınları gözlemliyor. Hep bir bekleyiş içindeler. Bazen sohbet ediyorlar bazen de sadece gözleriyle konuşuyorlar. Hastaları çabuk iyileşmiyor. Tedavi süreleri uzun.  Bazıları ümitsiz, ölmek üzere.  Birbirlerini dışarıda hiç tanımıyorlar ancak burada kocaman bir aile olmuşlar. Kim kime nasıl yardım edebilirim uğraşında. Kendi hastasının dışında diğerlerinin de refakatçısı oluveriyorlar.  Banyo yapmak isteyen birinin hastası ile ilgileniyorlar.  Gazete okumak isteyen bir diğerine koşup gazete alıyor.  Çay demleyip fincan fincan dağıtıyorlar.  Sohbetler oluyor kesik kesik. Sonra o sohbetleri  kafanda birleştirince . Hep acılara hep üzüntülere varılıyor.  Hikâyelerini  öğrendiği bu kadınların çoğu belki de ölmek üzere olan kocalarına nasıl bu kadar şefkat gösterebiliyor diye hayret ediyor.

Çoğu dayak yemiş. Adamların eli hep yumruk olmuş inmiş bedenlerine. Aldatılmışlar… Terk edilmişler… Aç bırakılmışlar…

Kocalarıyla mücadele ederken aileleriyle de savaşmak yormuş bu kadınları.  Terk edilince boşanmak istemiş çoğu, aileleri izin vermemiş. “Sabret kocandır geri döner” demişler.  Dayak yemiş, “olsun döver de sever de” demişler. Aç kalmış, “çocukların için katlanmalısın” demişler. Dayanamıyorum demiş. ” dul başına ne yaparsın “demişler. Herkes bir şey demiş. Ama bu kadınları kimse dinlememiş, anlamaya çalışmamış. Her daim toplumun klişe kurallarını sürmüşler önlerine.

Kavrulmuşlar… Üzülmüşler… Çalışmışlar…

Çocuklarını kendileri yetiştirmişler. Hepsi birer kahraman aslında.  Çoğu erken yaşlanmış kadınlar.  Koridorların sessizliği içindeki fısıldaşmalarda anlattıklarına göre çoğu şu anda halinden şikayetçi değil.  Herkes ilahi adaletin tecelli etmesinden içten içe memnun.

Size çok kötülük etmiş, mutsuz etmiş  bu adamlara nasıl bu kadar şevkatli davranabiliyorsunuz, diye sordu…  Biri “gezdi, tozdu   bana geri geldi” dedi. Diğeri “eninde sonunda bana muhtaç oldu, çok dayak yedim  ama o benim elimde ölecek” dedi.  Acılı bir zafer var hepsinde.  Hastalarının yanında başka,  yüz otuz dört adımlık dünyada başka davranıyorlar. Bir kaşık çorbayı içirmek için bin bir naz,  cilve yapan bazı kadınlar koridora çıkıp, pencere kenarında sigaralarına sarıldıklarında içlerinden çıkan dumana tüm kinlerini de katıyorlar.

“Gebersin… Kimse artık bir şey söyleyemez bana. İşte son nefesinde de baktım. Herkesin çenesi kapanır.  El karılarıyla gezip tozarken düşünmedi bu günleri.  Paralar suyunu çekti, tekmeleri yedi, kuyruğunu sıkıştırdı bana geri döndü.”

Cesur olanlar bunu açık açık söylüyor. Diğerleri biraz daha ürkek. İnançlarından dolayı fazla dile getirmiyorlar böyle şeyleri.  Mırıltılı dualar eşliğinde adımlıyorlar koridorları.  İçeride ağır hastalar, dışarıda travmalı kadınlar. Bir döngü…Dönüp duruyor….

Oya ENGİN/23.04.2016, İstanbul…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.