Anadolukavak’lıyız…

 

 

Yaz mevsiminin ortasında babam “Ne dersiniz, Anadolukavağı’ndaki eve taşınalım mı?” diye sorduğunda ne yapacağımızı şaşırmıştık. İki de bir hastalanan kardeşim için şehir merkezine yakın bir yerde yaşamamız gerekiyordu. Oysa babam bizi İstanbul’un neredeyse en uç yerleşim yerlerinden birine, o zamanlar  küçük bir balıkçı köyü olan dede topraklarına götürmeye kalkışıyordu.  Düşünüldü, taşınıldı, önce yazlıkçı olarak gidilmeye karar verildi. Böylece üç dönüm bahçe içindeki boğaz manzaralı babamın dedesinden kalma üç katlı ahşap eve yerleştik.

Masal gibi geçen bir ay sonunda çabucak kaynaşıverdiğimiz arkadaşlara, evlerin önündeki balıkçı ağlarına, yolda yürürken olur olmaz yerlerde karşımıza çıkan ineklere, kapıların üzerinde bırakılan anahtarlara, kedilere, köpeklere, taze tutulmuş balıklara, ekmek arası yenen midyelere, billur sularında yüzdüğümüz denize, akşam üzeri saat beşten sonra yerli halka kalan leb-i derya çay bahçelerine, tatlı komşu teyzelere, evlerinde su olmayan yaşlılara su taşıdığımız  güğümlere veda ettik. Kocaman bir kış mevsimini,  dede evinde yeniden yaşayacağımız yaz günlerinin hayaliyle çabucak geçirdik.

Ertesi yıl okul kapanır kapanmaz Anadolukavağı’nda ki  evimize yaz sezonunu geçirmek üzere yerleştik. Eskiden ilk yaz zamanından yaz günlerine geçiş,  şimdiki gibi aniden olmuyordu. Henüz küremiz ısınmamıştı. Mevsimler şaşırmamıştı. Her şey olağan seyrindeydi. Yani, Mayıs papatyalarının tadını çıkarta çıkarta, öğlen sıcağında incecik kıyafetlerle  çıktığımız evlere akşam ayazında titreyerek dönerek,  aniden yağıveren geç kalmış Nisan yağmurlarında ıslanarak…

Şehir yaşantısıyla bağdaşmayan bir şeyler vardı. 1970’li yıllardayız. Bu yıllarda bazı evlerde su yok. Telefon yok. İstediğin saatte ulaşım yok. Tarifeli vapurlarla deniz yolu tek seçenek. Belli bir saatten sonra, hiç ulaşım yok. Kara yolu askeri sınırlar içinde kaldığından sivil halka kapalı.  Dar alanda yaşamak buna deniyor.

Ne gam…Varsın olmasın. Eşin dostun deniz motorları, sandalları var. Subay  dostlarımızın araçları var. Yıllardır bu güzelim köyde herkesler yaşamış da biz mi yaşayamayacağız?

Bir yıl öncesinden bellemişiz her şeyi. Komşularımız, arkadaşlarımız, su taşıyacağımız yaşlılar, geçen yıl yavru olup şimdi büyümüş köpekler… Hangi ağaçtan hangi meyveyi toplayacağız? Kimin bahçesindeki erik daha güzel? Yaz sonu yapılan kış hazırlıkları, lakerdalar, çirozlar…

Anadolukavağı’nda  özgürleşiyorum. Yaşama alanı dar ancak yaşam özgür… Şehirde yapmadığım birçok şeyi burada yapabiliyorum.  Tek başıma arkadaşlarımla yüzmeye, Kumdöken Suyu yoluna kuzukulağı toplamaya, sahilde tekne boyamaya gidiyorum. Arkadaşlarımla askeri gazinoda Cumartesi Caz’ında müzik dinliyorum. Garnizondaki sinemaya kardeşimi de alıp gidiyorum.  Film izlerken leblebi atıştırıp, gazoz içiyoruz.

Denize dalıp derinlerden midye çıkarmayı öğrenip, hemen deniz kıyısında büyükçe iki taşın arasında yaktığımız çalı çırpı ateşinin üzerine koyuduğumuz bir teneke parçası üzerinde midyeleri pişirmeyi seviyorum.  Kız arkadaşlarımla sahilde sahipsiz bulduğumuz kayıkları denize ittirip kürek çekmeyi öğreniyorum. Siya siya çekerek çay bahçelerinin önünde dolanıyorum. Yazın ilk günlerinde bir gün taşlık mahallesinde yeni boyanmış bir kayığın tepesinden denize atlarken kayığı devirip boyasının boydan boya sıyrılmasına sebep olup, kan kardeşimle bu sırrı saklamaya söz vermişken kayığın sahibinin bu işi yapanları araştırmasını görüp babalarımıza suçumuzu itiraf edişimizi hiç unutmuyorum.

Kızlı erkekli kocaman kardeşlikler yaratıyoruz. Herkes tanış,  aileler hep bir arada. Kimse kimseden kaçmıyor, çekinmiyor. Her şeyi birlikte yapıyoruz. Evler hep bahçeli, bizler hep sokaklardayız. Kapalı mekânlar yatmadan yatmaya… Oyunlar oynuyoruz. Kitaplar okuyoruz. Hikâyeler yazıyoruz. Balık tutuyoruz. Güvendeyiz. Telaşsız, korkusuz bir yaşamımız oluyor. Kardeşim sağlığına kavuşuyor. Hiç hastalanmıyor. Güzelce büyüyoruz…

Yaz bitiyor. Dedemlerin ahşap köşkünü bırakıp şehir hayatının içine dönmeyi hiç birimiz istemiyoruz. Babamla annem yine düşünüyor. Bu kez farklı şeyler…

Ahşap köşk çok eski. Devamlı yaşamak için sadece orta katını kullanmaya karar veriyoruz. Anadolukavağı sert rüzgârlara açık, keskin bir soğuğu var. Kardeşim için endişeleniyorlar. Doktorlarına soruyorlar. Daha iyi olacağını öğrenince dede toprağına taşınma kararı alınıyor.  Evde tadilat başlıyor. Yukarı katların camlarını kapatıyoruz. Babam ahşap ustası. Yalıtım yapıyor. Ama orta katın tüm camları açık. Manzaramız eşsiz. Deniz; Rumelikavağı’ndan Tarabya Koyu’na kadar havuz gibi önümüzde. Geçen gemileri elimizi uzatsak tutarız zannediyoruz.

Onbir yaşımda geldiğim dede köyümde uzun yıllar yaşama fırsatım oldu. Kardeşim hiç hastalanmadı. Başına buyruk, özgürlükçü, mücadeleci ruhum burada  oluştu. Evimiz Anadolukavağı’nın tepelerine doğru biraz da ıssız bir bölgede oluşundan okul ve iş dönüşleri  karanlıkta tek başıma  “Uğultulu Tepeler” romanına nazire eden rüzgarlarla itişerek tırmandığım  paket taş döşeli sessiz ve dik yokuş, beni oldukça cesur yaptı. Öyle ki, ramazan gecelerinde sahur zamanı yaptığımız mantıları, tavuklu pilavları, börekleri komşularımıza dağıtmaktan hiç çekinmezdim. Köpeciğim Kont’la beraber  gecenin ıssızlığını böle böle aşağı yukarı gider dururduk.

Yıllar içinde beraber büyüdüğümüz arkadaşlarımızın bazılarıyla yollarımız ayrıldı, bazılarıyla ise hiç ayrılmadık. Bu hafta kırk yıllık dostlarımız, çocukluk arkadaşlarımızla köyümüzde buluştuk. Bazılarını otuz yıldır görmüyorduk. Bazılarıyla geçen hafta beraberdik. Şehir dışında yaşayanlar vardı. Onlar da geldi. Otuz kadar arkadaş birlikte olduk. Çocukken adım attığımız her köşeye gittik. Tüm günü birlikte geçirdik.  Anılarımızı saklandıkları yerlerden çağırdık,  geldiler. Hep beraber eğleştik… Sokaklarda komşu teyzelere seslendik. Kaybettiklerimiz cevap veremediler…

Bazı yaşlılara kendimizi zor tanıttık. Oysa çocukluğumuz onların elinde geçmişti. Ama alzheimer müsaade etmiyordu. Olsun… Biz yine ellerini, öptük, hayır dualarını aldık… Köyümüzün mezarlığını da ziyaret ettik. En çok kaybettiğimiz  yakın arkadaşlarımızın baş ucunda zorlandık. Çocukken kalelerin ara kapısından geçerken bize devasa gelen aralığın aslında ne kadar dar olduğunu görüp hep beraber şaşırdık.

Güzergâhımız üzerindeki mekân işleten arkadaşlarımızın çaylarını, kahvelerini içtik. Çocukken birbirimizi dövmüşlüğümüz, kafa göz yarmışlığımız vardı. Helalleştik. Mutfakta gördüğümüz,  müşteriler için kızartılmış sıcacık sigara böreklerini “kan şekerimiz düştü” bahanesiyle kapıp kaçtık… Teknoloji sağ olsun, baktık ki on bir bin adım atmışız.

En son arkadaşımızın yalısının kayıkhanesinde oturduk, birbirimizle vedalaştık, yeniden altı ay sonra bir araya gelmek üzere sözleştik.

Bizim jenerasyon bu konuda şanslı olanlardan. Çocukluğumuz harika bir köyde, dostlukla  geçti. Her zaman çok eğlenecek bir şey bulurduk. Sis olur okula gidemezdik, vapurlar çalışmazdı. Kar yağar, mahsur kalır, köyden dışarı çıkamazdık. Böyle zamanlarda hemen bir araya gelir king turnuvası yapardık.

Biz Anadolukavaklı arkadaşlar  ne zaman bir araya gelsek lise yıllarımızda okul çıkışı her gün yediğimiz bol soğanlı lahmacunları, yirmi kişinin birden yediği lahmacunların kokusundan bıkan vapur görevlilerini  son çare olarak vapurun en alt kısmında  oturduğumuz salonun kapısını kilitlemelerini ve bizim her seferinde o kilidi kırdığımız için babalarımıza şikayet edilmelerimizi konuşuruz. Bugün de kural değişmedi. Lahmacun partilerimiz sohbetimizin baş köşesindeydi…

 

Oya ENGİN, 30.04.2016/ Anadolukavağı

 

5 comments on “Anadolukavak’lıyız…

  1. Selma Altınkaya dedi ki:

    Oyacigim koy hayatini cok guzel anlatmişsın. Kalemine saglık.. 💖

  2. sebahat Alan dedi ki:

    Bende sizlerle dolaşmış kadar oldum.doslukların devamını diliyorum hepinizi sevgiyle kucaklıyorum.

  3. irfan dedi ki:

    Oyacım sıcacık yazına bayıldım. Senin gibi bir arkadaşım olduğu için çok mutlu olduğumu söylemeliyim.

  4. Sedat dedi ki:

    oyacım iş yoğunluğundan dolayı yazını yeni okudum hislerimize tercuman oldun çok duygulandım
    kalemine sağlık hep böyle güzel şeyler yaz

  5. İlkay Kaptan dedi ki:

    Of ya ne güzel yazmışsın be arkadaşım kalemine yüreğine sağlık, sayende o günlere gittik,Anadolukavağı gerçekten unutamadığımız çocukluğumuz gençlik yıllarımız ve birbirimize bağlı dostluk arkadaşlık ne mutlu bizlere,Eski değil eskimeyen dostlar selam olsun hepinize.Boyle güzel şeyler yazmaya devam oya’cığım..❤🙏😀İLKAY ŞEKER..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.