Şimdilik her şey yolunda ama benim bir an önce iyileşmem gerekiyor. Yoksa bu yeni yaşamımın keyfine varamayacağım. Yemeğimi yedikten sonra insan annemin yanına gittim. Beni kollarının arasına alarak kucakladı. Ben de ona mırlayarak şarkı söyledim. Sarılarak öylece oturduk. İnsan annemin kollarının arasındayken kedi annemi düşündüm. Beni özlemiş midir acaba?
İnsan ablam kitap dolu odaya girdi, bir türlü çıkmıyor. O odada ne yaptığını merak ediyorum. İnsan annemin kollarının arasında biraz debelenip yere atlayıveriyorum. Patilerimin yere değmesiyle birlikte sırtıma bir ağrı girdi. Bir an kıpırdayamadım. İnsan anneme çaktırmadan derin derin nefes alıp biraz ağrının geçmesini bekledim. Az sonra rahatladım. Demek ki böyle ani hareketler yapmamam gerek. Şu hastalık ne zor şeymiş.
Yavaş adımlarla kitap dolu odaya girdim. İnsan ablam veterinerdeki abla gibi küçük bir ışıklı kutunun karşısına geçmiş bir şeyler yapıyordu. Ellerinin birer parmağıyla ışıklı kutunun üzerindeki ufak şeylere hızlı hızlı basıyor, o bastıkça tıkır tıkır sesler çıkıyordu. Aynı benim mamalarımın yemek kabıma konarken çıkardığı ses gibi.
İnsan ablam beni fark etmedi. Bir süre onu izledikten sonra yavaşça masanın üzerine sıçrayarak çıktım. Patimin biri ışıklı kutunun üzerine değdi. İnsan ablam beni görünce şaşırdı. Gülümseyerek, “Sen de nereden çıktın?” diyerek sırtımı sevdi. Bu çok iyi bir şeydi. Demek onun masasına çıkınca bana kızmayacaktı. Bunları aklımın bir köşesine yazmalıyım. Hatta birkaç test de yapsam iyi olur. Örneğin aklım hala şu süslü biblolarda. Acaba o bibloların durduğu yere sıçrasam mı? Bakalım o zaman da sırtımı sevecek mi?
Işıklı kutunun içinde bir sürü yazı var. Hiç resim, renkli bir şeyler, hareket eden görüntüler yok. Çok canım sıkıldı. Bak, bak hep aynı şey. İnsan annemin odasındaki büyük ışıklı kutu daha güzel. En iyisi ona gidip bakayım. Ama önce şu testi yapmak istiyorum. Çaktırmadan masanın en ucuna gelip, hızlıca bibloların olduğu yere sıçrıyorum. Aceleyle mesafeyi iyi ayarlayamamışım ki, burnumla biblolardan birine çarpıp olduğu yerde devirdim. Gözlerimi kapattım, bekledim. Neyse ki biblo devrildiği yerde durdu, yere düşmedi. O da ne?
İnsan ablam yerinden fırlayıp benim yanıma geldi. Eyvah! Şimdi yandım. Test başarısızlıkla sonuçlandı. Ne yapar acaba bana şimdi? Korkudan titremeye başladım.
İnsan ablam, kocaman gözlüklerinin arkasından gözlerini kısarak bana baktı. Bir yandan da ışıklı kutuya bastığı parmağını bana doğru sallayarak daha önce hiç duymadığım bir sesle “Bir daha buraya çıktığını görmeyeceğim, yoksa bozuşuruz” diyerek beni kucakladı ve odanın dışına çıkarıp kapısını kapattı. Öylece kalakaldım kapının önünde. Biraz sarsıldığımı söyleyebilirim çünkü böyle bir tepki beklemiyordum. “Bozuşuruz” dedi. Sanırım iyi bir şey değil. Onunla bozuşmak şu anda en son isteyeceğim şey.
Ben de insan annemin yanına gittim. O da yatağına uzanmış, yatıyor. Benim de uykum geldi sanki. Aslında hiç uyumak istemiyorum ama gözlerim kapandı kapanacak. Nereye kıvrılsam? Minderime mi yoksa insan annemin yanına mı? İlk günlerden huzursuzluk yaratmayayım, minderime uzanayım; hem ne güzel kırmızı kurdeleleri de var. Ama insan annemin yatağı da hiç fena değil. Hele şu yumuşacık tüylü örtünün kıvrımları arasında uyumak çok keyifli olsa gerek. İçimden bir ses, “Bekle o günler de gelecek” diyor. İçimdeki sesi seviyorum.
Yatar yatmaz uyuyorum. Bir de ne rüya göreyim? Köyümdeki terasımdayım. Hiç hastalanmamışım gibi. Kedi annem ve kedi kardeşlerimle beraber terastaki tahta sandığın üzerinde oturuyoruz. Yoldan iki kadın geçiyor. Bir tanesi bizi görüp yanındaki kadına gösteriyor.
-Bak, ne güzel bir aile.
Biz güzel bir aileydik ama kediler biraz büyüyünce kendi başlarına yaşamaya başlayabiliyorlar. Bazı kediler benim gibi şanslı oluyor, sahiplenip bir yuvaya kavuşuyor bazı kediler ise sokaklarda yaşamak zorunda kalıyor. Zaten bir süre sonra ailede olsa kimse kimseyi tanımıyor. Ama ben kedi annemi ve kedi kardeşlerimi hiç unutmayacağım.
-Benek! Benek, neredesin?
Uykumun arasında kulağıma insan ablamın sesi doluyor. Gözlerimi açıyorum, dikkatlice dinliyorum. Sesi nereden geliyor?
Beni balkona çağırıyormuş. Bu evin bir de balkonu varmış. Ben hala her yeri gezemedim. Yavaş yavaş öğreneceğim. Balkona çıkmak istemiyorum, çünkü içerisi daha sıcak. İnsan ablam da ısrar etmiyor. “Havalar ısınınca çıkarsın” diyerek balkon kapısını kapatıyor. Bana davranışına bakılırsa aramız hala iyi. Uzun bir süre o süslü biblolarla ilgilenmemeye karar veriyorum.
Yapacak hiçbir şey yok. Biraz canım sıkılıyor. Kumuma gidip çişimi yapıyorum. İnsan ablam peşimden gelip patilerimi ve popomu siliyor. Hayda! Hiç hoşlanmadım bundan. Her seferinde böyle mi olacak? Biraz düşünüyorum. Kimseye çaktırmadan çişimi, kakamı yaparsam hiçbir yerimi silmezler.
İnsan annem uzandığı yerden kalkıyor. Beni çağırıyor. Hemen koşuyorum yanına. Biraz beni sevdikten sonra ayağa kalkıp odadaki bir dolabın çekmecesini açıyor. Biraz karıştırdıktan sonra bir oyuncak bulup bana doğru uzatıyor.
-Bak, bu tavşan senin olsun.
İlk oyuncağım, örgüden yapılmış bir tavşan oluyor. Onu çok seviyorum. Patilerimin önüne atılan bu oyuncak tavşanla oynamaya başlıyorum. Bir anda kedi kardeşlerimle yuvarlana yuvarlana oyun oynadığımız günler geliyor aklıma. Oyuncak tavşanımı kardeşlerimin yerine koyup; hiç durmadan oynuyorum, oynuyorum.
Devam edecek…
Oya ENGİN/30 Aralık 2018, İstanbul
Son Yorumlar