Yattığı yerde eline tutuşturulan kasenin içindeki gelişi güzel doğranmış elmayı dişsiz ağzıyla ısırırken bir yandan da bodrum katının penceresinden görünen bacakları sayıyordu. “On sekiz, on dokuz, yirmi…”
“Yeter anne! Bıkmadın mı bacak saymaktan?”
Ağzında evirip çevirdiği elmayı çiğneyemediğinden suyunu iyice emip posasını kaseye tükürürken “Sayarım elbet. Sokakların ne kadar kalabalık olduğunu anca böyle anlıyorum” dedikten sonra devam etti. “Otuz üç, otuz dört, otuz beş…”
Kızı elindeki yıpranmış nemli havlu kağıdı bir kez daha boynunda gezdirdikten sonra yanındaki kül tablasının içine fırlatırcasına bıraktı. “İçinden say bari.”
Yaşlı kadın kızına baktı gözlerini kısarak. Ne kadar güzeldi gençken. Film artisti bir kadına benzetirlerdi mahallede. Bir bakan bir daha bakardı. Sonra o geldi, kızını aldı. Hiç istemediler önce, sonra çocuk oldu derken o geldiği gibi gitti. Gurbet ellerde başka karısı oldu diye duydular. Görmediler ama hep duydular. Yıllar geçti. Giden bir daha hiç gelmedi.
“Elli yedi, elli sekiz… Bugün yağmur yok. Hiç çizme görmedim daha. Elli dokuz…”
“Anne allasen içinden say. Kafam kaldırmıyor artık. Hem yağmurdan sana ne?”
Aslında onun da kafası hiçbir şeyi kaldırmıyordu. Hele bu bodrum katında tıkılıp kaldıktan beri. Üstelik üst kattaki haylaz oğlanın çıkardığı gürültüler de cabası. Anasına kaç kere dediler de hiç oralı olmadı. Ne yapsınlarmış, apartman içinde çocuk ne yapsınmış? Peki ya onlar ne yapsın?
“Zeliha!”
“Kız Zeliha! Nerdesin? Altımı değiştir.”
Mutfaktan gelen kızı divanın altına sürdüğü sepetin içinden aldığı bezi annesinin altına bağladı. Kirli olanı dürüp, poşete koyup yere bıraktı. Anasına baktı gizlice. Kayan çarşafı düzeltir gibi yaparak. İyice beyazlamış saçlarını incecik iki örgü ile sıkıca toplamışlardı. Oyalı yemeninin çevrelediği yüzü yılların yorgunluğu ve acıların izlerine inat hala direniyordu. Dişleri olmayan ağzının etrafındaki tüyler de olmasa enikonu yaşının güzeli denebilirdi. Altının temizlenmesiyle rahatlayan yaşlı kadın kızın omuzundan ittirerek, “Tamam çekil artık önümden. Bakalım çizme giyen oldu mu? Dizlerim ağrıyor. Yağmur başlar birazdan” dedi.
“Yeter artık anne. Gözün bozulacak iyice. Her an bacak sayılmaz ki?”
“Nedenmiş? Sayarım elbet.” Sonra birden heyecanla bağırdı. “Bak, bak! İşte. Bir çizme gördüm. Demedim mi ben sana yağmur yağacak diye. Ihlamur yapsana bana.”
“Pes anne. Bacak sayarken ıhlamur nasıl aklına geldi birden bire?”
“Ninem yağmuru günlerde ıhlamur içmek iyidir derdi. Hadi yap da birlikte içelim. Seksen altı, seksen yedi…”
Ertesi sabah uyandığında Zeliha annesini yatağında ölmüş buldu. O da gittikten sonra bu bodrum katı ona artık dayanılmaz gelmeye başladı. Üst kattakiler taşındı, yerine sessiz bir aile geldi. Tek başına yaşamaya alışamadı. Bir kuş verdi en üst dairede oturan ev sahibi. Kuş iki gün sonra öldü. Çok ağladı.
Bir gün topu topu iki karış boyundaki pencerenin camını silerken yoldan geçen bacakları izledi.
Sonra her sabah çayını alıp, yatağının üzerine oturup saymaya başladı. “Bir, iki, üç…”
Oya ENGİN, 05 Mayıs 2022/Beykoz
Kaleminize sağlık, yüreğinize sağlık…