Tag: bisiklet

Yıldız Bahçeleri

 

Uzun zamandır kullanmadığı bisikleti düştü aklına o sabah. “Limana inip bir kahve içeyim,” diye içinden geçirirken. Hep yürüyüş, hep yürüyüş…  Pedal basmayı özlemişti. “Hem bisikletimin de gönlünü almış olurum,” diye düşündü. Üzerini değiştirmek için gardrobunun kapağını açarken yedi yaşına bastığı gün amcasının hediye ettiği üç tekerlekli kırmızı bisikleti geldi gözlerinin önüne. Karmakarışık zihni yeni bir oyun bulmuştu. Bir şeyi ararken kıyılara kenarlara saklanmış anılar görüntü olarak karşısına dikiliveriyordu. İşte şimdi de ilk bisikleti ceketlerin ardına saklanmış, hınzırca kırmızı kırmızı gülümsüyordu.

Hayatına girdiğinden beri hep arası iyi olmuştu bu araçla. O kadar sevmişti ki “Okula da bisikletimle gideceğim,” diye tutturunca çareyi yazlık eve götürmekte bulmuştu annesi. Önceleri çok bozulmuştu en sevdiğinden ayrılmaya, sonra alışmış, yazları iple çeker olmuştu. Yıllar geçtikçe kendi gibi bisikletleri de büyümüştü. Üç tekerlek iki tekere düştü zamanla. Renkleri de değişti. Pembe oldu bir dönem. Süsler takıldı orasına burasına. Sonra sadeleşip, solgunlaştı. En son beyazda karar kıldı. Yaş aldıkça daha az biner oldu. Biraz kilolar, biraz diz ağrıları biraz da kuruntular.

Devamını oku ►

Aşk…

Aşk…♥

 

Üç harfli kısacık bir kelime. Kısa ama belki de dünyanın en uzun hikâyelerini içine sığdırıyor. Kim istemez ki aşık olmayı,  sevda ateşinde yanmayı, bu ateş içinde soğumayı.

Çocuktum ama  okuduğum kitaplardan aşkı çoktan duymuştum. Gerçek aşkla tanışmam ise tatlı bir tesadüfle oldu.

Apartmanımızda boşalan bir daireye  taşınan yaşı biraz büyük bir kadın, genç bir adam. Karşı kapı komşumuz oldular. Kiralık dairenin anahtarı bizdeydi. Babamla beraber gösterdik evi. Tuttular.  O gün karı koca olduklarını anlayamamış babam. Sonra çok yakın iki aile olduk, çok şey paylaştık.

Aşkın yaşı olmadığını onlardan öğrendim. Çok sevmek için kuralları yoktu. Adam karısına çok düşkündü. Kadın da kocasına. Bahar gelince Pazar günleri   bisikletle gezmeğe giderlerdi. Dönüş saatlerini beklerdim cam önünde. Kırlardan geldikleri belli olurdu. Rengârenk çiçekler bazen kadının kucağında dağınık bir buket bazen de saçlarında taç olurdu. Belki de kendi kurallarını kendileri koydukları için mutluydular. Onlara tanıklık ederek büyüdüm ben. Aşk hep yanı başımdaydı. Bir hafta sonu kahvaltısında, bir pazar filesinde, bir bisiklet selesinde, huzurlu bir yüzü çevreleyen bukleler arasında…♥

Başka mahalleye taşındıklarında aşkın görünür hali de hayatımdan uzaklaştı.  Büyülü bir rüya onlarla beraber bitti. Sık sık görüştüğümüz oluyordu ama sihir bozulmuştu bir kere.

Sonra ben biraz daha büyüdüm.  Mahalle  bir aşk dedikodusuyla çalkalanmaya başladı. Bizim apartmanın sahibi karşı apartmanda oturan bir  kadınla aşk yaşıyormuş. Olaylar, olaylar…

Çıkan olaylardan bildiğim aşk anlam değiştirdi. Benim büyülü hikayemin yerini kırıcı, yok edici, yasaklarla örülmüş başka bir hikaye almıştı artık. Aşkın bazen çok kötü sonuçlar doğurduğunu çok erken öğrendim.

İlk gençlik yıllarımın başlarında mahallemizde sıradan bir günde bizi çok şaşırtan bir şey oldu. Gazetelerde, dergilerde boy boy fotoğrafını gördüğümüz, gazino neonlarında adını rengarenk izlediğimiz  televizyon programlarında izlediğimiz bir sanatçı bizim apartmana geldi. Çatı katındaki ailenin kızına aşık olmuş. Evlendiler.  O ve çatıdaki kızla her hafta apartman merdivenlerinde karşılaşıyorum. Belki de karşılaşmak için fırsat kolluyorum. Sevecen bakışlarla gülüşüyoruz.  Karısını, karısının ailesini çok seviyor. Aşk başka bir boyut kazandı. Aşka güveniyorum.

Bir kaç yıl sonra çatıdaki kız hastalandı. Bir süre tedavi gördükten sonra öldü.  O güne kadar çok mutlu görüntülerini gördüğümüz sanatçı  hemen yeniden evlendi. Aşka inancım sarsılıyor. Daha geçen yıl karısıyla bir mekanda öpüşürlerken televizyonda görmemiş miydim? Demek ki aşk bir var bir yokmuş.

Aşk ne zaman doğru, ne zaman güzel, ne zaman kötü, ne zaman var, ne zaman yok?

Oya ENGİN/26.01.2016, İstanbul