Mart ayı bazı kediler için heyecanla beklense de sokaklarda yaşayan henüz yavru olmaktan çıkmamış genç kediler için sanırım zorlu bir ay. Neden mi böyle dedim? Kıyılarda köşelerde, araba altlarında, duvar diplerinde başına üşüşmüş erkek kedilerin tecavüzüne uğrayan nice minik yavrularla çok kere göz göze gelmişliğim var. Tecavüz her canlıda galiba aynı etkiyi bırakıyor. Enselerinden ısırılarak etkisiz hale getirilen hayvancıkların bağırışları hep kulaklarımdadır. Yazıya tatsız bir şekilde başlamış olabilirim ancak size bugün başka bir kedi hikâyesi anlatacağım. Hadi bakalım, umarım keyifle okursunuz.
Bembeyaz tüylerinin arasına serpiştirilmiş kahverengi ve siyah lekeleriyle iki kardeşinden daha farklı görünümlü Kedi, yeni keşfettiği lokantanın önünden ayrılmaz. İçeriden dışarıya sızan mis kokular onu çok heyecanlandırır. Gelen giden müşteriler onun başını okşamazlar mı, işte en mutlu olduğu anlardandır. Bir de lokantada duran abi, müşterilerden arta kalan balık parçalarını kardeşleriyle birlikte yemesine izin verince yaşamı biraz daha güzelleşir.
Hikâyemize konu olan o sabah, lokantada garip bir telaş vardır. Oysa genelde burada zaman sakin geçer. Kedi, merakla neler olduğunu anlamak için pencereden içeriye bakınca gözlerine inanamaz. Lokanta çok süslüdür. Çiçekler, tüller, mumlar daha neler neler… Masaların örtüleri bile değişmiştir. “Acaba şu iyi kalpli abi bana izin verir mi, içeri girsem?” diye düşünür. Pencereden iner açık olan mutfak kapısının önüne gider. Abi telaşlıdır, onu farketmez. Patilerinin ucuna basarak çaktırmadan içeri girerken yakalanır. Mutfak kapısı kapanır.
Akşama kadar kardeşleriyle birlikte kapalı mutfak kapısının önünde otururlar. Biraz yağmur yağar. Biraz uyurlar. Abi yemek verir, onu afiyetle yerler. Kocaman bir kedi gelir, ondan korkarlar. Birbirlerine sokularak beklerler. Abi dışarı çıkar, kocaman kediyi kovalar.
Akşama doğru lokantada bir hareketlilik olur. Güzel elbiseler giymiş ablalar, teyzeler, abiler, amcalar gelir. En sonda da bembeyaz elbiseli çok güzel bir abla ve yanında çok şık bir abi. Lokantada oturanlar onları görünce sevinir.
İçeride yemek telaşı başlar. Herkes çok acıkmış olmalı. Tabakların içinde az önce ızgarada pişen balıklar öyle güzel görünüyor ki… Kedi de acıkıyor. Ama sırasını beklemeyi çoktan öğrenmiş.
İki küçük abla yemeğini bitirip kapının önüne çıkıyor. İki kardeşini kucaklarına alıp seviyorlar. Kardeşleri çok mutlu. Mırıltıları neredeyse uzaktan bile duyulacak. O da mutlu olmak istiyor. Bakınıyor, birilerini görse de onu da kucağına alsa diye.
Zaman geçer, gece olur. İçeriden dışarıya müzik sesleri gelmektedir. Yemek yiyenler şimdi dans ediyorlar. Hiç duymadığı şarkılar çalınıyor. Müzik ne kadar güzel bir şey. Kedi de neşeleniyor. Hele şu ortada oynayan teyze, ne tatlı bir insan.
Kedi, oturduğu yerden oynayanları iyi göremediğinden bahçe tarafına geçiyor. Bu gece bahçe de kalabalık. Dip tarafta bir abla ve bir abi fısır fısır bir şey konuşuyor. Yanlarına yanaşıp yanında durdukları masanın üzerine sıçrayıp oturuyor. Abi başını okşamaya başlayınca çok mutlu oluyor. Arka patileri üzerinde ayağa kalkıp abinin göğsüne doğru sürünüyor. Abla onu kucağına alıyor. Kedi bu sıcacık kucakta çok mutlu oluyor, gözlerini kapatıp dilek diliyor. Sonsuza kadar bu kucakta yaşasa.
Abi Kediyi çok seviyor. Kedi de onu. Kendi aralarında konuşuyorlar.
“Sahibi var mı acaba?”
“Alsak mı?”
“Nasıl götüreceğiz?”
Abla kediyle kalıyor, abi içeri gidip soruyor. Kedi “Benim sahibim yok” diye mırlıyor.
Kedi İstanbul’dan Ankara’ya gidecek. Bu ablayla abi düğün için İstanbul’a gelmişler ve bu sokak kedisini sahiplenmek istiyorlar. Kedi içinden şükrediyor. Yeni yaşamını düşlemeye başlıyor.
Düğün bitince kedi kardeşleriyle vedalaşıp, otomobilin ön koltuğunda, abisinin ceketinin içinde köyünden, ailesinden ve doğduğundan beri yaşadığı sokaklarından ayrılır, başka bir şehire doğru yola çıkar.
Ankara’ya gelmeden önce bir molada sıkılıp araçtan atlayınca, kaybolur. Çok korkar. Abisi çok üzülür. Uzun süre onu arar. Kedi bir köşede saklanır. Düşünür, düşünür. Sonra aklına gelir. Seyahat ettikleri aracın altına gidip oturmaya karar verir. Abisi onu orada bulunca öyle bir sarılır ki…
Nihayet Ankara’ya gelmiştir. Artık harika bir evi, çok sevdiği bir veteriner hekimi, oyuncakları, pufidik yatağı ve içi sevgi dolu kocaman yürekli bir ailesi vardır. Şimdi ona herkes Mırnav Patik diye sesleniyor.
Yeni ailesi lokantadaki iyi kalpli abiye poz poz fotoğraflarını çekip yolluyor.
Mırnav Patik’in en sevdiği ay artık Mart ayıdır.
Oya ENGİN/ 27 Mart 2018, Beykoz
Son Yorumlar