Keşke…

 

K e ş k e.

Beş harfli bir kelime.

Hatta üç harften meydana geliyor.

Belki de sebep olduğu olayları sık sık tekrarladığımızdan mıdır nedir, o da kendi içinde tekrara düşmüş…

Çocukken annelerimiz arkadaşlarımızla oynamak için sokağa çıktığımız zaman arkamızdan sıkı sıkı tembihlerdi.

“sakın kapının önünden  bir yere ayrılma” diye…

Biz de ne yapardık? Hep bir fırsatını bulup başka kapıların önünde gidip, oralarda  oynamayı isterdik. O başka kapıların cazibesi bizi çeker sürüklerdi. Kapılardan vazgeçtim başka mahallelere, başka evlere gitmek için can atardık.

Meğerse kendi kapımızın  önü  ne kadar  da güvenliymiş…

Keşke,  yaşamımız boyunca hep kendi kapılarımız önünde kalabilseydik. Keşke hiç o kapılarımızdan ayrılmasaydık. Kapılarımızın ait olduğu evlerden bir an önce kurtulmak için çabalamasaydık.

O evlerdeki anılardan, annelerimizin sabahları bizi huzurlu uykularımızdan uyandıran  hamur işi kokularından,  arap sabunuyla ovulmuş kehribar sarısı tahtalarından, çeyiz sandıklarından çıkmış kolalı dantel örtülerden, el dokuması taban halılarından hiç ayrılmasaydık. Gündüz yaptığımız yaramazlıkların cezaları için akşamları babamızı korku içinde titreyerek  bekleseydik.

Keşke hep kendi kapımızın önünü süpürseydik. Keşke başka kapıların önündeki başkalarının pisliklerine bulaşmasaydık.

Keşke tüm kötülüklerden bizi koruyan, içine sığındığımız zaman kendimizi güvende hissettiğimiz evlerimizden hiç ayrılmasaydık. Hep çocuk kalıp bez bir bebek,  bir parça çikolata, bir hikaye kitabı , bir ayakkabıyla mutlu olabilseydik. Okuduğumuz masal kitaplarındaki prensesler gibi güzel olabilsek, kuklalar arasında eğlenerek , mutlu hayvanların yaşadığı yemyeşil ormanlarda dolaşabilseydik.

Onyedi yaşındayken  soranlara onsekiz  demeseydik. Biraz daha büyük görünmek için abartılı makyajlarla küçük kadınlar olmaya çalışmasaydık. Hayatı öğrenemeden, bedenimizi bile tanıyamadan, ne istediğimizi bilmeden evlenip  daha kendimiz büyümemişken anne olmasaydık. Hayatın ağır yükünü zamansız taşımaya başlayıp erken yaşlanmasaydık.

Çok sevdiği için kıskandığını zannettiğimiz , paylaşmamak için kimselerle görüştürmeyip bu yüzden evden çıkarmadığını sandığımız, bizi  dövdükten sonra da;

“aslında ben seni gözümden bile sakınıyorum, çok seviyorum” diyen erkeklere hiç aşık olmasaydık. Keşke bize  ”ya benim olursun ya toprağın”  diyerek kötü davranan  erkekleri defalarca affetmeseydik.

Keşke, bize pembe panjurlu evler vaad eden erkeklerin peşlerine takılıp kendimizi bataklıklar içinde bulmasaydık.

Keşke, okuyup bir meslek sahibi olmamızı engelleyen toplumsal baskılara direnmede daha güçlü olabilseydik.

Yıllarca yemeyip yedirdiğimiz, giymeyip giydirdiğimiz can parelerimiz, evlatlarımız için kendi yaşamlarımızı heba etmeseydik. Kendi ailelerini kurdukları zaman bizden uzaklaşan çocuklarımızın bizleri hatırlamaları için televizyon reklamlarından medet ummasaydık.

Kadın  ve en önemlisi insan olduğumuzu unutmayarak  kendimizi biraz daha fazla sevseydik.

Kadın olmanın fedakarlık demek olduğu fikrini koşulsuzca kabul etmeseydik.

İş işten geçtikten sonra bunları düşünmeseydik.

Keşke;  hiç keşke demeseydik.

 

 

Oya Engin (Kadın gözüyle keşkelerden bazıları…)

17/09/2015, İstanbul

 

2 comments on “Keşke…

  1. Sedat Tiryaki dedi ki:

    Keşke arkadaşım keşkeeeeeeee

  2. Mithat Koltuk dedi ki:

    Evelenip gevelenmeden akıp giden satırlar hiç istenmesede birden tükeniveriyor.Kaleminize,yüreğinize sağlık.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.