Hem fiziksel hem de ruhen kaybolduğum bir anımı anlatmak istiyorum. Kısacık bir andı. Ama yaşamımda etkisi büyük oldu.
Annemle Kapalıçarşı’ya gitmiştik. 6 yaş civarında olmalıyım. Gezdik, alışveriş yaptık. Sıra kuyumculara geldi. Galiba altın da alacaktık. Annem vitrinlere baktıkça ben de küçük boyumla benden yükseklerde duran ışıltılı dünyanın içinde kayboluyordum. Her vitrin başka bir dünya, başka bir kayboluştu. Boyum yetmiyor, vitrinin içindekilerin tamamını göremiyordum. Sürekli biraz daha yükselmek, bu ışıltılı dünya içine biraz daha girmek istiyordum.
En son alış veriş ettiğimiz kuyumcunun vitrini önünden ayrılırken annemin elini tuttum. Hala gözümü altınların ve lambaların ışıltısından alamıyordum. Annemle el ele yürüyoruz ancak ben o büyülü, ışıltılı dünyanın etkisinden çıkamıyordum.
Bir şey sormak için başımı kaldırdığımda bana gülümseyerek bakan, ancak yabancı bir yüzle karşılaştım. Annem yoktu. Ben tanımadığım bir kadının elini tutarak yürüyordum.
“ Anneeee,” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Yanıbaşımda bitiveren o tanıdık sıcaklık, alışkın olduğum koku bana sarılıverdiğinde ağlamaya başladım. Anneme kavuşmuştum.
Meğer kuyumcudan çıkarken ışıltılardan gözümü almadan rastgele bir kadının elini tutup yürümeye başlamışım. Annemle kadın gülüşüp, işaretleşmişler. Ne zaman farkederim diye beklemişler. Kısa sürmüş ama bir daha asla hiç bir ışıltının gözüme perde çekmesine izin vermemeyi öğretecek kadar da etkili olmuştu.
Oya ENGİN, 10.12.2014, İstanbul
Zaten o ışıltılar, şaşalar değil mi biz insanları yoldan çıkararn, gözümüzü kör eden ve tüketim toplumu olmamızı sağlayan