İki Kadın Bir Adam…

 

 

Elindeki poşetlerin içini son kez kontrol etti.  Birkaç soğuk meze,  kasap köftesi, siyah ekmek, ufak bir yoğurt, domates, ikisi bir arada kahveler.  Sabah için süt, peynir, zeytin, su. Bir paket de sallama bitki çayı. Haftasonu  için yeterli gibiydi.  Saatine baktı. Son baktığından bu yana sadece yedi dakika geçmişti.  Marketin otoparkındaki aracına yürüdü ağır adımlarla. Müjgân’ı otomobilde beklemeye karar verdi. Hava güneşliydi ama ne de olsa kış mevsimindeydiler. Üşütüp hastalanmak istemiyordu. Poşetleri bagaja yerleştirdikten sonra otomobile binmeden tekrar yolu kontrol etti, Müjgân görünürde yoktu.

Dikiz aynasında birkaç saat öncesinde fönlenmiş saçlarını elleriyle tekrar düzeltti. Oturduğu yerde geriye yaslanarak düşünmeye başladı. En sevdiği şeydi bir başınayken düşüncelere dalmak. Bu haftasonu kaçamağını iyi düşünmüştü.  Müjgânın yüzüne bakarak söylemek istediği şeyleri konuşacaklar ve Mehmet, muhtemelen bu hafta sonundan sonra hayatından tamamen çıkıp gitmiş olacaktı. Artık özgür kalmak hakkıydı.

Üniversite yılları geldi aklına. Müjgân’la tekrar görüşmeye başladıklarından beri çok sık hatırlar olmuştu.  İçinde hayâl kırıklığı bulunan yıllar nedense hiç uzaklaşmıyordu insandan.

Saatine baktı tekrar. Buluşma saati yarım saat geçmişti. Hiçbir randevusuna zamanında gelmeyen Müjgân yine ortalarda yoktu. Telefonunu çantasından çıkarıp numarayı tuşladı. Telaşla açtı Müjgân.

“Geldim tatliş, geldim. On dakika sonra yanındayım.”

Tatliş, kuziş, minnoş… Bayılırdı Müjgân böyle konuşmaya. Yıllar önce de böyle demişti.

“Bak tatliş, biz Mehmet’le evlenince seninle görüşmek istemiyorum.”

Çok hak vermişti o zaman Müjgân’a.  Kim isterdi ki hayatında, kocasından çok hoşlanan bir kadını? Bu cümleden sonra yolları ayrılmıştı.

Oturmaktan ve düşünmekten sıkıldı. Boynuna yün şalını iyice dolayarak otomobilden aşağı indi. Yüzünü rüzgâra dönerek öyle bekledi. Bir filmde görmüştü. Kadın, uzaktaki sevdiği adamı özlediği zaman yüzünü rüzgâra dönüp bekliyordu.

Nihayet Müjgân göründü. Filiz’e kendini göstermek için bir yandan sesleniyor bir yandan da el çantasını sallıyordu. O kadar hızlı yürüyordu ki bir an ayağı burkuldu, sendeledi ama kendini çabuk toparladı.

Müjgan arkadaşının yün şal dolanmış boynuna öyle bir sarıldı ki, kocaman taşlı yüzüğü ilmeklerin arasına karıştı, bir süre yüzükle boğuştular. Bir yandan da Müjgan neden geç kaldığını anlatıp durdu. Nihayet yola koyuldular. Kısa bir süre gittikten sonra otobandan Şile’ye doğru saptılar. Müjgân yaktığı sigarasından derin bir nefes çekip dumanı camdan dışarı üfledikten sonra radyoyu açtı. Enstrumantal bir müzik aracın içine yayılınca direksiyondaki Filiz dans etmeye başladı.  Neşeliymiş gibi görünmek istiyordu.

“Kıpraşma, kaza yapacağız” diye bağırdı Müjgân.

“Korktun mu?” diye güldü Filiz.

Müjgân sigarasını söndürdü.  Peşinden de “Ne korkacağım?”  diyerek başını camdan dışarı sarkıttı.  Çocukluğundan beri saçlarını rüzgârda savurmak en sevdiği şeydi.  Bukleleri savruldukça kafasında biriken bütün korkular havaya karışıp sonsuza kadar kayboluyordu sanki. Kendince bir oyun uydurmuştu böyle.

Havadan sudan konuştular bir süre. Filiz çalan hareketli müziğe fazla kapılmış gazı habire köklüyor,  iki tarafı ağaçlarla çevrili geniş yolda uçarcasına gidiyorlardı. Müjgân radyoyu kapatıp “Çeksene sağa” dedi.

Filiz gözünü yoldan ayırmadan sordu. “Niye ki?”

“Çek çek, çişim geldi.”

“Ne yani!  Yolun kenarında mı yapacaksın?” diye sordu Filiz, inanamayarak.

“Evet, çok merak ediyorum nasıl bir duygu. Yolda işeyen erkekler var ya, neden kadınlar olmasın? Üstelik yol şu anda bomboş. Hep bunu yapmak istemişimdir. Hadi dur, n’olur…”

“Saçmalama Müjgân, çarpılırsın ya…”

“Yok daha neler, sen de mi destursuz işemeyenlerdensin hâlâ?” Filiz gülmeye başladı.

“Hâlâ  manyaksın.”

Önlerine bir yol tabelası çıktı. Filiz tabelayı önce okudu sonra,

“Bak tabelaya, iki kilometre ötede benzin istasyonu varmış. Orada yaparsın çişini” dedi.

Artmaya başlayan trafiğin hızında artık daha yavaş ilerliyorlardı. Benzin istasyonuna girmek üzereydiler.

“Mehmetle ilk tatile çıktığımız zaman,  arabayla Fethiye’ye gitmiştik.  Hatta siz de daha sonra bize katılacaktınız. Herkes gelmişti, bir tek sen yoktun.”

Filiz, Mehmet konusunun bu kadar çabuk açılacağını ummamıştı.

“Hastaydım, biliyorsun.”

“Bilmez miyim?” diyerek muzipçe güldü, Filiz’in yanağından bir makas alırken. “Boşver, ikimize de yar olmadı işte.”

Sustular. Benzin istasyonuna girip birer kahve içtiler.  Müjgân tuvaletten çıkınca kakaolu bir gofret alıp, hemen yedi, “Sanki regly olacakmışım gibi hala her ay zamanı gelince canım tatlı çekiyor”. Tekrar yola çıktılar.

Müjgân her biri ayrı renkli sigaralarından yeşil olanını yakıp, “Sana bir şey soracağım, samimi olabilir misin cevaplarken?” diye sordu birden bire.

Filiz sinyal vererek şerit değiştirdi.  Bir süre sessizlik oldu. Müjgân tekrar sordu.“E ee?”

Filiz gerildi. “Ne, eee? Yoksa eski defterleri yolun ortasında mı açacağız?”

Müjgân’ın o sırada telefonu çaldı. Ekranda x yazıyordu. Telefonu Filiz’e doğru tutarak, “Bak, x arıyor” dedikten sonra telefona tükürdü.

Telefon ısrarla çalmaya devam etti.  Müjgân açmadı. Zil sesi sustu. Filiz’e dönüp,

“Suratına da aynen böyle tükürdüm. En yakın iş arkadaşım ya, düşünebiliyor musun en yakın iş arkadaşımla…” dedi dudakları titreyerek. Bir anda bütün enerjisi çekilmiş, susuz kalmış çiçek gibi boynu neredeyse bükülmüştü.

“Hadi sor bakalım?” dedi Filiz.

Müjgân bir an, ne soracağını unutmuş gibi kaldı sonra yerinde doğruldu. Yüzünde şaşkınlıkla karışık bir gülümseme oluşmuştu.

“Ciddi misin?” dedi tekrar koltuğa yayılırken. Keyiflenmişti, x’in yarattığı öfke çabuk dağılmıştı, ayağını altına aldı. Yaramaz bir çocuk gibiydi şimdi.

“Sor, sor. Hepsini cevaplayacağım”  dedi Filiz gözünü kıvrımlı yoldan ayırmayarak.

Müjgân yeni bir sigara yakıp sordu.

“Mehmet’le flört etmeye başladığımızda gerçekten ne hissetmiştin?”

Soldaki araç sinyal vermeden sağ şerite, hemen önlerine geçti. Filiz kornaya bastı öfkeyle.

“Acemi midir nedir?”

“Herkes başlarda acemidir” dedi Müjgân. Bir süre sessizce ilerlediler.

Filiz “Benden hoşlanıyor zannediyordum” diyerek sesizliği bozdu.

“Başlarda hepimiz öyle sanmıştık.”

“Öyle değilmiş bak. Seni seviyormuş.  Ne iş ya?  Eskiler ne çilekeşmiş. Tahminler, haber yollamalar, aylarca bakışmalar, imâlar, mektuplar…” Sesi isyankâr çıkmıştı.

Müjgân, yarısını içtiği sigarasının ucunu ezerek söndürdü.  “Hırçınlaşma, bak ne anlatacağım sana. Daha doğrusu bir itiraf” dedi.

Filiz dikiz aynasından deminden beri selektör yakan araca baktı. Tanıdık mıydı acaba? Bu yolda onu kim tanırdı ki? Aracı kullananı seçmeye çalışırken birden aynada Mehmet’i gördü. Arka koltuğa oturmuş ona bakıyordu. Bu nasıl olabilirdi? Geriye döndü, işte orada oturuyordu. Zihni yine bir oyun peşindeydi. Hiç sırası değildi şimdi. Başa çıkamazdı. Mehmet fısıldadı.

“Haydi, sıra sende artık. Anlat.”

Filiz Müjgân’a baktı. Ucu yüzülmüş ojesini kazımakla meşguldü.

“Biliyorum. Mehmet bana anlattı” dedi dikiz aynasına bakarak. Mehmet gülümsüyordu.

Müjgân çok şaşırdı. Bir an bocaladıktan sonra sordu. “Siz ne zaman konuştunuz ki?”

Mehmet elini Filiz’in omuzuna koydu. Eli kor gibiydi. Filiz aracın camlarını açan düğmeye önce bastı sonra vazgeçti.

“Üç yıl kadar önce” dedi.

“Görüştüğünüzü bilmiyordum” derken umursamazmış gibi yapmaya çabaladı.

“Bir gün beni ziyarete geldi. Şile’ye…”

Müjgân’ın yüzü gerildi. Bir dolu soru geçti aklından.  Pilli gece lambası geldi hatırına. Büyük bir kavganın ardından barışma hediyesi olarak getirmişti Mehmet, birkaç yıl önce. Şile’den aldım demişti.

“Bana da bir sigara yaksana” dedi Filiz.

Müjgân, “Sen içiyor musun?” diye sordu sigarayı Filiz’in dudaklarına yerleştirirken.

“Şimdi başlıyorum.” Acemice bir nefes çektikten sonra anlatmaya başladı.

“Üç yıl kadar önce bir akşam Şile’deki evin kapısında gördüm Mehmet’i, onca yıl sonra. Tretuvara oturmuş öyle annesiz kalmış kedi yavrusu gibi karşımda duruyordu. Değişmişti ama tanıdım. Görmüştüm, internette. Birlikte fotoğraflarınız vardı.

“Ne anlattı sana?”

“Yıllar öncesini. Okuldayken, benden çok hoşlandığını, hatta aşık olduğunu, seninle bana haber yolladığını, ondan hoşlanmadığımı, her zaman arkadaş kalmak istediğimi öğrenince çok üzüldüğünü.”

Müjgan derin bir nefes aldı.

“Gençlik işte, marifet yaptım sanki.  Mehmet’i ilk gördüğüm an vurulmuştum. Tanıdıkça sevmeye başladım. Onun diğerlerinden farklı oluşunu. Hepimiz hayatta her istediğimizi elde etmeye alışıktık. O hep mücadele etmek zorunda kalmış. Belki de bu yanı beni etkilemişti.”

“Beni de.”

“Ondan hoşlandığını itiraf edince, ben sustum.”

“ Mehmet’i sevdiğini önceleri hiç anlamadım.”

Müjgân hâlâ ikisinin neler konuştuğunu deli gibi merak ediyordu. “Başka ne konuştunuz?” dedi.

“İlk geldiğinde mi, sonralarında mı?”

Mehmet elini Filiz’in omuzundan çekerken, “İyi gidiyorsun” diye fısıldadı.

Müjgân yüzünde tuhaf bir gülümsemeyle, “Devamı da var yani?”

“Evet, birkaç kere daha görüştük.”

Filiz arkadaşının yüzüne baktı. Müjgânın yüzünde karmakarışık bir ifade vardı.

“Sonra dedi ki…”

“Boşver, boşver dinlemek istemiyorum. Şimdi ki gençler ne şanslı değil mi? Kendi göbeklerini kendileri kesiyorlar, kimseye ihtiyaçları yok. Birinden mi hoşlandın hop dikil karşısına anlat derdini, hop sosyal medyadan yaz, hop telefondan ekle.”

Filiz “Bizim gibi kim bilir kaç kişi vardır.  O zamanlar böyle yürüyordu bu işler. İnsanlar zamanların ve coğrafyalarının kurbanı olabiliyorlar” diye devam etti.

“Bir de arkadaşlarının…” dedi Müjgân.

Filiz sert bir şekilde frene bastı.  Arkadan gelen araçlardan çıkan korna sesleri, el kol hareketleri arasında bir süre birbirlerine baktılar. İki arkadaş bir anda iki üniversite öğrencisi, iki mutsuz insan, iki yalnız ve aldatılmış kadın, iki rakip, iki sırdaş ve daha niceleri oldular.

Filiz kemerini çözerek, “Biraz sen kullan, ben yoruldum,” dedi. Müjgân mızırdandı, “Yıllardır araba kullanmıyorum, sen devam et. Başımıza iş açmayalım. Zaten ne kaldı ki şurada. Bak deniz göründü bile…”

Manzara öyle güzeldi ki… Güneş denize iyice yaklaşmış, ortalığı şahane bir kızıllık kaplamıştı. Karadeniz’den boğaza süzülerek giren bir yolcu gemisi yolcuları için akşam hazırlıklarına başlamış olmalıydı.

“Vazgeçtim, dinlemek istiyorum. Başka ne anlattı Mehmet?”

Müjgân elleriyle saçlarını toplayarak, çantasından çıkardığı bir tokayla tepesine sıkıştırdı. “Hadi, hadi. Dökül bakalım” derken umursamaz bir tavır takınmıştı. Hangi hali gerçekti, Filiz anlayamadı.

Dikiz aynasına baktı, Mehmet yoktu. Gelmiş, dere yatağını tıkayan taşları kaldırmış, suları serbest bırakıp gitmişti.

“Okuldayken de öyleydin sen. Hiçbir şeyi ciddiye almazdın. Bak burada belki de bugün hayatımızla yüzleşiyoruz, senin tavırlarına bak. Böyle yapınca hiç konuşasım gelmiyor” dedi Filiz.

Bir süre sessiz kaldılar. Müjgân elleriyle yanaklarını silmeye başladı. Durduramadığı gözyaşları içinde ne varsa önüne katıp açığa çıkarmıştı. Birden eğildi, Filiz’in direksiyon tutan elini öptü.

“Çok özür dilerim senden. Ben gerçekten berbat birisiyim. Bir kendime bakıyorum bir de sana. Sana attığım bu kazığa rağmen, hâlâ benim yanımdasın.”

“Üç yıl öncesine kadar bana kazık attığının farkında bile değildim.”

Müjgân bir sigara daha yaktı. Bu kez sigarayı ortaklaşa içtiler.

“Öğrenince ne hissettin?”

“Önceleri öfke. Sonra kabullenme. Bir hayaldi benimki zaten. Belkilerle örülmüş bir bilinmez. Belki evlenecektik, belki çocuğumuz olacaktı, belki beni çok sevecekti… Belki, belki… Belki de koca bir mutsuzluk. Kim bilebilir ki?”

Küçük bir sokağa girdiler. Çevredeki tek tük evlerin bazılarının bacalarından duman tütüyordu. Sokak kedileri bahçelerde yığılı odunların, kapı önlerindeki paspasların üzerlerinde oturmuşlar o günkü kış güneşinden nimetlenmiş olmanın keyfini sürüyordu.

“Belki seninle evlenseydi farklı biri olurdu.”

“ Kendini suçlamaktan vazgeç.”

“Hamileydim evlendiğimde, söylememiştik kimseye.”

“Anne olmuşsun işte, belki de… Of, yine belkilere başlamayalım.”

“Daha sonra nasıl görüştünüz?

Filiz önüne çıkan kedinin karşıya geçmesini beklerken “İşte nihayet…” diyerek  mavi çitli evi işaret etti. Aracı park yerine yanaştırıp, kontağı kapattı. Komşunun köpeği arabayı tanıdı. Kuyruğunu sallayarak koştu. İkisi de inmek için hamle yapmadı. Konuşmaya devam ettiler.

“Yine Şile’ye geldi birkaç kez. Mutsuz ve çıkmazda olduğunu söyleyip duruyordu. Ayrıldığınızı anlattı.  Beni unutamadı sanmıştım. Yanlızdım. Zaman başa sardı, hiç okumadığım bir romanı  okumaya başlıyorum zannettim.  Her seferinde ona yemek hazırladım. Bir keresinde anneme hediye alacağım dedi. Limandaki tezgâhlardan hediye seçtik birlikte. Pilli bir gece lambası.  Onca yıl sonra seninle ilk karşılaştığımız o alışveriş merkezine de Mehmetle buluşmaya gelmiştim.”

Müjgan o umursamaz tavrıyla kocaman bir kahkaha attı.

“Benim koca meğer karısını aldatıyormuş, gençlik aşkında teselli bulmaya gelmiş.”

“Sonra seninle oturup konuştukça, sen anlattıkça ben yine gümledim.”

Aracın içinde bir süre daha oturdular. Komşunun köpeğinin havlamaları dışında hiç ses yoktu.

İki kadın kemerlerini çözüp araçtan indiler. Köpek Filizin ayaklarına dolanıp durdu.

“Yazlığın çok güzel yerdeymiş. Nereden bulduki o burayı?”

“Zor değil, bizim eskiden de burada yazlığımız vardı, hatırlasana.” Müjgân başını salladı. Hatırlamamıştı.

“Sen ne hissettin arkadaşınla ilişkisini öğrenince?”

“Bizimki zaten yorucu bir ilişkiydi.  İnişler, çıkışlar. Sadece bu kez çok yakın biri  olduğundan sarsıldım biraz.  Kararlıyım, boşanacağım.”

Sonra bir kahkaha daha attı Müjgan.

“Aman canım, bak iyi ki siz evlenmemişsiniz. Yat kalk bana dua et kızım. Ben yürütmeseydim adamı bütün bunları sen çekecektin.”

Poşetleri bagajdan çıkardılar. Evin kapısını açarken Filiz, “Gel evin önünde bir selfie çekelim de Mehmet’e yolla” dedi. Sarıldılar, telefon kamerasına poz verdiler. Sonra uzun uzun güldüler.

Oya ENGİN/15 Şubat 2018, İstanbul

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.