Hunter…

 

Beykoz,  Anadolufeneri’ndeki yazlık evimizin ilk kedisiydi. Büyümüş haliyle kapımıza gelmiş, allem etmiş kallem etmiş bizim eve yerleşmişti.  Her sabah biz uyanmadan önce gün ağarırken bir kuş avlar, avladığı hayvanı getirir iç bahçe kapımıza bırakır, biz hayvanı görene kadar da başında beklerdi. Sanırım kendince bize armağan verirdi. Kuşlar için çok üzülürdük ancak kedinin bunu yapmasına yaşamı boyunca engel olamadık.  Güçlü, iri bir erkek kediydi.  Av yapmasından dolayı ona Hunter adını takmıştık..

Hunter, tüm hayvanlarımız gibi özgür bir yaşam sürüyordu. Biz hayvanlarımızı asla bir yere kapatmadık, zincirlemedik.. Onlar bir eve ve sahiplerine bağlı ama olabildiğince özgürdüler.. Ne yazık ki özgür gezmesi onun bulaşıcı bir hastalığa yakalanmasına sebep olmuştu.

Bir akşam işten döndüğümde Hunter’ı dış bahçe duvarının dibindeki hanımeli saksımızın dibinde kıvrılmış yatıyor buldum. Seslendim, oralı olmadı. Bir tuhaflık vardı.  Kediyi kucakladım, tepki vermedi.. Yere koydum, ayakları üzerinde duramadı  yığıldı.

Bir sat sonra veterinerin muayene masasına Hunter’ı yatırdığımızda artık  tamamen baygındı… Yapılan tetkikler neticesi sarılık ve böbrek yetmezliği teşhisi kondu. Veteriner “yaşaması mucize, tek şansımız genç oluşu, bir iğne yapacağım sabaha kadar yaşarsa  iyi bir tedaviyle sanırım atlatabilir” dediğinde onu kurtarabileceğimizi hissetmiştim.

Gece kucağımda uyudu ve ölmedi. Sabahın erken saatlerinde elimde veterinerimizin yazdığı ilaçlar, kucağımda Hunter evimize döndük. Yoğun ve saatlerle programlanmış bir tedavi süreci başladı. Üst kata ona bir yatak yaptım. Serumları, enjektörleri, hapları, şurupları ile birlikte… Hemen hemen iki saatte bir ilaç kullanması gerekiyordu. Günde 5 kere 5 enjektör serumu ağızdan içiriyordum. Bu arada kaka ve çiş durumunu, rengini kontrol ediyor akşam eve iğne yapmaya gelen veterinerimize rapor veriyordum. Bu tedaviyi yürütebilmek için iş yerimden senelik iznime mahsuben izin almak zorunda kalmıştım… Gitmişti yine güzelim bir tatil…

Bu arada benim bir kediyi kurtarabilmek için verdiğim bu çaba bazı insanlar arasında alay konusu olmuş, arkamdan konuştukları yetmiyormuş gibi evime kadar gelip ” at bunu çöpe , bende var kedi, getireyim istediğin renk” ya da ” kızım paran mı çok, işin mi yok, şu kediye harcadığın parayı bi fakire ver de sevap olsun sana dua etsin” diyenlere kadar ne söylemlerle  karşılaştım. ( Oysa bilseler yıllar boyu ne çok insana yardım etmiş ve o insanlardan sonraları ne zararlar görmüştüm. Ne duası; bazıları yüzüme nefretle karışık kıskançlıklarını kusmuş ,  iş yerimde üniversiteyi okuması için teşvik ettiğim birisi mühendis olduğunda seni kapıma paspas yapacağım mı dememiş,  doktor doktor gezdirdiğim psikolojisi bozuk bir arkadaşım  düzelince ilk bana saldırmış,  bazıları yüzünden  de stresten hastanelik olmuştum.) Gülsem mi, ağlasam mı ne desem bilemedim. İnsanoğlu ne kadar zalimleşmişti. Hasta ve çaresiz bir canlıyı çöpe atmayı teklif ediyorlardı ve bu insanların çoğu hayvancılık yapıyor ve geçimlerini hayvanların ürünleri ile sağlıyorlardı. Ama onlar için para kazandırmayan hayvan önemsizdi. Ne çelişki yarabbim.

Hunter bir hafta yerinden kalkmadı. Bir sabah serumunu içirmeye yanına gittiğimde  onu duvarı yalarken buldum.. Yavaş hareketlerle yanında yattığı mavi badanalı duvarımızı yalıyordu. Gözlerini kapatmış, sessizce, mutlu bir şekilde ama güçsüz. Hemen veterinerimizi aradım. Müjdeyi verdi.  “Tamam” dedi . “Hunter kurtuldu.” İç güdüsel olarak sağlıklı olan kedi yalanma ihtiyacı hissedermiş.

Ertesi akşam  elimde kahvem, kitabımı okurken gecenin sessizliğini ahşap merdivenimizden  yayılan cılız ayak sesleri bozdu. Önce bir pıt..Sonra bir daha.. Biraz sonra bir pıt daha.. Sonra bir daha… Kitabımın satırlarından başımı kaldırıp sesin geldiği yere, merdivene baktığımda  Hunter güçsüz, titrek, ürkek adımlarla, oldukça zayıflamış halde bana bakıyordu… Kendini iyi hissetmiş ve bahçeye yanımıza gelmek istemişti.. Ağlayarak onu kucakladım. Kurtulmuştu…

Üç yıl daha yaşadı. Başına nasıl aldığını anlayamadığımız bir darbe ve sonrası yaşama veda etti. O zamanda çok uğraştım ama kurtarmayı başaramadım.

 

Oya ENGİN/ 28 Mart 2013

Comments are closed.