Gaziantep deyince aklınıza ne geliyor? Tarih, kebap ve tatlılar. Benim artık aklıma gelen bir şey daha var. Şehrin bir kısmından yükselen, bakır ustalarının maharetli ellerindeki çekiçlerin çıkardığı o ritmik ses. Tık, tık, tık…
Cilalı Taş devrinden beri yaşam olan bu topraklar birçok medeniyete ev sahipliği yapmış. Kurtuluş mücadelemizde on ay dokuz gün süren bir kuşatmanın ardından yaptığı dirençli savunma ile Gazi unvanını alarak günümüze kadar gelmiş. Güneydoğu Anadolu bölgesinin en gelişmiş şehirlerinden biri olan Gaziantep, İpek ve Baharat Yolları üzerinde olması nedeniyle zengin bir kültürel mirasa sahip. Mutfak kültürü ve yemek çeşitliliği bakımından inanılmaz bir şehir. Dünyada şehir adıyla anılan tek mutfak olan Gaziantep Mutfağı üç yüzden fazla yemek çeşidiyle 2015 yılından beri Unesco Yaratıcı Şehirler Ağında ülkemizi gastronomi alanında temsil ediyor. Kalesi, çarşıları, müzeleri, tarihi evleri, hanları, tarihi ve kültürüyle gezilmesi gereken bir şehir.
Bu özellikleriyle uzun zamandır listemizde olan Gaziantep gezisini gerçekleştirmek için iki gezgin kadın yola çıktık. Biraz iş gezisi biraz turistik gezi olacağından biz kendi başımıza gezmeyi tercih ettik. Zaten mutlaka bir turla gitmek gerekmiyor. Eğer kendi imkânlarınızla gezecekseniz önceden birkaç araştırma yaparsanız her şey daha kolay olur. Kentin yerleşim alanı çok güzel. Görmek istediğiniz her şeyi bir arada bulmanız mümkün. Şehri gezmek için iki gün yeterli olacaktır. Biz uçak saatlerimizden dolayı iki buçuk gün kaldık.
- Gün
Uçağımız Gaziantep’e indiğinde henüz akşam olmamıştı. Tarifeli servis ile şehir merkezine geldik. Hemen otele gitmek istemediğimizden kale altındaki bölgeye geçtik. Akşamın ilk saatleri yaklaştığından dükkânlarda farklı telaşlar göze çarpıyordu. Lokantalar akşam müşterilerini karşılamak için hazırlık yaparken alış veriş dükkânları kapı önündeki ürünlerini yavaş yavaş dükkân içlerine taşıyordu. Anladık ki buraya akşam erken geliyor. (Nitekim yemekten çıktığımızda saat yirmi bir civarı dükkânların çoğunun kapanmış olduğunu gördük.) Biraz dolaştıktan sonra çay içmek için sokağa konmuş tabureleri olan, masalarında çizgili kumaşlar serili bir çay ocağına oturduk. Burada çayın tadı benim için efsane. Arkadaşım pek sevmedi. Tadı sert geldi. Ben komşularımdan bu lezzete çok alışkın olduğumdan gurbet elde eski bir tanıdığa rastlamış gibi memnunum.
Hem çay içtik hem de az önce dolaşırken mekânların ve çarşıların yerlerini gördüğümüzden ertesi gün için gezi güzergâhımızı belirledik. Sabah ilk durağımız Zeugma Mozaik Müzesi olacak. Birçok eserin yanında Çingene Kızı diye bilinen mozaiğin orjinalini görme heyecanını yaşarken bir başka heyecan dalgasıyla hareketleniyoruz. Yemek zamanı geldi.
Kale çevresindeki ünlü kebapçıda bizi çok güzel karşılıyorlar. Ellerinde valizle gelen müşterilere öyle alışmışlar ki bir anda elimizden valizleri kapıp bizi oturtacakları masanın yanına yerleştiriyorlar. Pek şeker bir servis elemanımız var. Hal hatır, nereden yolculuk, şehri beğendik mi? Soruyor ama sohbeti kısa kesiyor. Masamızdaki menüye bakarken arkadaşla birbirimize gülümsüyoruz. Ali Nazik yesek küşleme darılacak, küşleme yesek lahmacun alınacak, lahmacun yesek fıstıklı kebap küsecek. Servis elemanına ne varsa ufak ufak tabaklarda getirmesini söylüyoruz ve şölen başlıyor. Yediğimi içtiğimi anlatmayı, resmetmeyi sevmem ama şimdi durum başka. Burası Gaziantep. Yemeğin başkenti. Masaya önce bir yeşillik tabağı geliyor. Yeşil acı biber benim için mükemmel. Naneler, turplar başka lezzetli. Ardından birer tas ayran. Tasın içindeki kaşığa daha doğrusu minik kepçeye bayıldım. O kepçeyle ayranı çorba gibi içiyorsunuz. İlk andan itibaren bir hoşluk işte. Her şeyi son lokmasına kadar yedik. Lahmacun inanılmazdı, küşleme de öyle. Hele küşlemenin içindeki o iki minik yağ parçası, işte ben onlara aşık oldum. Çıtır çıtır kızarmış. (Normalde çok sevmeme rağmen yemediğim bir şey.) Çok yemek yememize rağmen hiçbir ağırlık hissetmiyoruz. Yemekler hafif. Üzerine yine o lezzetli çay. Servis elemanı soruyor… Baklava yemeyecek misiniz? Bu kadar yemeğin üzerine ancak bir kare baklava yedikten sonra mekândan ayrılıp otelimize geliyoruz.
2. gün
Erkenden uyanıyorum. Hava çok güzel. Güneş pırıldıyor. Nasıl yediysek artık hiç aç hissetmiyorum. Kahvaltı yapmayacağım ama çay içmek için kahvaltı salonuna iniyorum, arkadaşım halen uyuyor. Bir fincan çay alıp televizyonun karşısına oturuyorum. Otel kalabalık sayılır. Daha çok iş adamı ağırlıklı bir görüntü var. Az sonra birkaç kadın geliyor salona. Giysilerinden gözlerimi alamıyorum. Yerlere kadar uzun, ağır kadife kıyafetler. Zarif işlemelerle bezeli. Siyah saçlarının çevrelediği başlarına örtülerini gelişi güzel dolamışlar. Anlayamadığım bir dil konuşuyorlar fısıltıyla. Kadınlar bir masaya oturuyorlar, erkekler az sonra geliyor. Birlikte kalkıp tabaklarını hazırlıyorlar. Kahvaltı salonunun görkemli avizelerinden saçılan ışıklar kadınların giysilerinin üzerindeki zarif işlemelerin taşlarında eriyor. Bir film platosundayım sanki. Az sonra arkadaşım uyanıyor, dışarı çıkıyoruz.
Dünyanın en önemli mozaik müzelerinden biri olan Zeugma Mozaik Müzesine günün ilk ziyaretçileri olarak giriyoruz. Çok değerli mozaikleri izleyerek alt kat turunu tamamlayıp ikinci kata çıkıyoruz. Ünü dünyaya yayılmış Çingene Kızı (Mainad Mozaiği) adıyla bilinen mozaik bu katta özel bir bölümde sergileniyor.
Aslında tek başına sergilenen Çingene Kızı mozaiği tek bir parça değil. Bütünün küçük bir parçası. Zeugma Antik Kentinde “Mainad Evi” adı verilen bir villanın yemek odasının 300 m2 lik zemininde bulunmuş. Mozaiğin bütünü ayrıca sergileniyor. Gerçi çok az bir kısmı ülkemizde ancak yakın bir zamanda yurt dışına kaçırılan diğer parçaların geri getirileceğini öğreniyoruz.
Bir kapıdan duvarları siyah bir koridora giriyoruz. Ancak Çingene Kızına ulaşmak bir süre alıyor. Aslında çok kısa bir zaman dilimi ancak benim gibi heyecanlıysanız uzun sanabilirsiniz. Labirent gibi karanlık koridorda güvenlik görevlisi eşliğinde yürüyoruz. Her döndüğünüz köşede görmeyi hayal ettiğiniz manzaraya bir sonraki, bir sonraki köşeden sonra ulaşabiliyorsunuz. Kaç köşe döndüğümü hatırlamıyorum. İşte şimdi ünlü mozaik bütün ihtişamıyla tam karşımda. İlk andan itibaren sizi o bakışlarıyla etkisi altına alıyor. Mağrur, hüzünlü, masum belki de serzeniş dolu… Her bakışımda farklı hissediyorum. Kadın mı erkek mi belli değil. Nereye giderseniz gidin o bakışlar hep üzerinizde. Kaçış yok. Üç çeyrek denen özel bir teknik kullanarak yapılan eserde Çingene Kızı mozaiğin tümünde, dirseği dizine dayalı, avucu çenesinde, bir kayada ya da taburede oturan kadın figürü olarak tasarlandığı söyleniyor.
Şanslıyız, sergi salonunda bizden başka kimse yok. Görevli de mozaiğin karşısında istediğimiz kadar kalmamıza izin veriyor ve bize çok güzel bilgiler aktarıyor. Çingene Kızı mozaiğinin sadece Çingene Kızı suretini içeren kısmı sanıldığından daha küçük. Yaklaşık 70-80 cm genişliğinde. Ben mozaiğin ebatlarının küçüklüğü karşısında şaşırıyorum. İlk kez gören tüm ziyaretçiler aynı tepkiyi veriyormuş. Yanlız değilmişim.
Müze gezimiz bitiyor. İstikâmet Gaziantep Kalesi. Kale ve çevresini bir gün öncesinden biliyoruz. Bu yüzden adımlarımız acemi değil. Kaleyi tek başıma geziyorum. Arkadaşım bir iş görüşmesi yapıyor. Kalede fazla kimse yok. Hatta bir ara ana bölümde tek başıma kaldım. Çok keyifli bir özçekim bile yaptım. Panorama Müzesi de kalenin içinde. Ana giriş kapısına şehrin güçlü direnişini simgeleyen heykeller koymuşlar. Kale gezisinden sonra biraz soluklanmak için esnaf kıraathanelerinden birine oturuyoruz. Çay içiyoruz. Yaşlı çaycı bana anne diye hitap ediyor. Teyze falan diyen çok ama ilk kez anne dediler. Çok etkilenmişim galiba. Baksanıza söz etmeden geçemedim.
Diğer müzeleri de gezerek müzelerle ilgili turumuzu öğleden sonraya kadar tamamlıyoruz. Sırada çarşı turları ve hanlar var. Birçoğu birbirine yakın. Bakırcılar çarşısından giriş yapıyoruz. Dar bir sokakta sağlı sollu dükkânlar, birçoğu bakırcı ancak aralarında yemeniciler, bıçakçılar, hediyelik eşya satanlar da var. Ustalar ya dükkân içlerinde ya da dükkân önlerinde bakır döğüyorlar. Tık, tık, tık… Bu ses tüm çarşı boyunca adımlarımıza eşlik ediyor ve Gaziantep de unutamayacaklarımın arasında yerini alıyor.
Kahve içmek için ünlü kahveciye gidiyoruz. Hafta içi olması sebebiyle hayli sakin. Menengiç kahvesini deneyimliyoruz. İlk kez içiyorum. Sanırım bir daha da içmem. Arkadaşım çok seviyor, satın bile alıyor. Baharatçılar tam karşımızda. Kahveden sonra baharatçılar çarşısına giriyoruz. Geniz yakan baharat kokuları arasında rengarenk bir görsel şölen yaşıyoruz. Fiyatlar oldukça makul. Taşıma sorununuz yoksa her şeyi alın derim. Antep fıstıkları hem kavrulmuş, hem taze, hem ağaç altı çuval çuval alıcılarını bekliyor. Antep peyniri bir çok tezgâhta var. Biraz acıkır gibi oluyoruz. Gaziantep de olup da Beyran içmemek olur mu? Haydi doğru Beyrancıya… Leziz bir deneyimden sonra yine sokak çay ocaklarından birine oturuyoruz. Arkadaşım bu gezide çaydan çok keyif alamadı ama benim durumum iyi.
Öykülerini severek okuduğumuz yazarın bir zamanlar yaşadığı sokak bulunduğumuz yere çok yakın. Oraya gitmek istiyoruz. Birçok kişiye sokağı soruyoruz. Bilen yok. Teknolojiden de yararlanıyoruz, çevresinde dönüp durduğumuzun farkındayız ama sokak yok… En sonunda genç bir esnaf alt sokak diyerek bizi doğru adrese yönlendiriyor. Sokak beklediğimiz gibi çıkmıyor. Hayal kırıklığıyla geri dönerken İstanbul’dan yakın arkadaşlarımıza ile rastlaşıyoruz. Geleceklerinden haberdardık, akşam saatlerinde buluşmak üzere sözleşmiştik. Ama gezgin gezgine Gaziantep sokaklarında rastlıyor. Gezgin kadınlar üç kişi oldu. Diğer arkadaşımız yanımızdan ayrılıyor, çünkü onunki iş gezisi. Diğer çarşıları da geziyoruz. Alış verişlerimizin bir kısmını yapıyoruz. Yarın da peynir ve baklava alacağız. Esnaf müşteriyi hiç rahatsız etmiyor. Israrcı değiller. Her şeyi ellememize, tadına bakmamıza izin veriyorlar. Her dükkân fıstık ikram ediyor. Taksiciler para üstlerini geri vermek için çabalıyorlar. Yol neresiyse oradan getiriyorlar. Her defasında ayrı taksilere binmemize rağmen hep aynı ücretleri ödedik. Bir de en hoşuma giden şeylerden biri mekânlarda Türk Sanat Müziğinin seçkin örneklerinin çalınması. Biz yaştaki gezginler için çok keyifliydi.
Akşam saatleri gelip çatıyor. Arkeoloji Müzesi dışında gezecek yer kalmadı. Onu da yarın sabaha bırakıyoruz. Akşam yemeği için bu kez başka bir lokantaya yöneliyoruz. Yine nefis lezzetler tadıyoruz. Şehirde gece hayatı pek yok. Bazı bölgeler hariç insanlar evlerine erkenden gidiyor. Gece sokaklarda turistler geziyor. Bizim gittiğimiz günlerde bolca Arap turist vardı. Biz yemek ertesi otelimize dönüp dinlenmeyi tercih ediyoruz.
- gün
Bugün son günümüz. Diğer arkadaşımızla sabah Arkeoloji Müzesinin açılış saatinde kapıda buluşuyoruz. Bu kez taş devrinden başlayarak tarihte bir yolculuğa çıkıyoruz. Müze gezisinin ardından yeniden kale eteklerine geliyoruz. Kahve molası ardından hanların birinde çay molası veriyoruz. Ünlü katmerden tadıyoruz. Ben katmerin yanında çay tercih ettim ancak sütle içildiğinde daha güzel olduğunu söylüyorlar. Özellikle sabah kahvaltısında, çok doyurucu ve leziz bir yiyecek.
Peynir, pul biber, acı biber salçası, lokantalarda ortaya servis edilen yeşil acı biberden ve magnetlerden de aldım, bir tek baklavala kaldı.
Saat ilerliyor. Üçüncü arkadaşımızla ayrılıyoruz. Onlar bir gün daha kalacaklar. Biz tekrar bakırcılar çarşısına giriyoruz. Arkadaşım yemeni ve Gaziantep’in ünlü kumaşı Kutnu satın alacak. Sadece Gaziantep de üretilen ve ipekli bir kumaş olan Kutnu kumaşı çok değerli.
Aç olmamamıza rağmen son kez bir şeyler atıştırıyoruz. Baklavalarımızı da aldıktan sonra önce otelimize sonra da havaalanına gidiyoruz. Bir gezi daha güzel anılarla ardımda kalıyor. Kebap, tarih, tatlı ve bakıra doydum. Gaziantep görülmesi gereken bir şehirmiş.
Havaalanında uçağını bekleyenlerin ellerindeki baklava dolu poşetler ülkenin dört bir yanına Gaziantep kültürünü yaymak üzere yola çıkıyorlar. Bizimkiler gibi…
Oya ENGİN/03 Kasım 2018,İstanbul
Kalemine yüreğine sağlık canım. Yeniden gidip göresim geldi. Neden olmasın, değil mi?