Dangal…

 

 

Bu hafta grip oldum ve evde zaman geçirmem gerekiyor.  Bu gibi durumlar için üçü bir arada yöntemim var.  Okuma, yazma ve izleme. İki kitap bitti. Yazı da yazdım bol bol.  Sıra film izlemeye geldi. Uzun zamandır izleme listemde olan Dangal’ı açıyorum, her zaman alt yazılı film izlediğim siteden. Filmin süresi iki saati aşıyor. Olsun vakit bol.

Dangal, 2016 tarihli bir Hint filmi. Yönetmeni  Nitesh Tıwari.

Bana göre dünya sinemasına kafa tutan adam, Aamir Khan başrolde.

Filmin konusu gerçek bir hayat hikâyesinden alınmış.  En sevdiğim konulardan. Hani bazı filmler başlarken “This is a true story” yazar ya…

Bu filmde Hindistan için önemli iki kızkardeş olan Geeta ve Mahaavir Phogat’ın hikâyesi sinemaya uyarlanmış. Aslında buna babalarının hikâyesi demek bana biraz daha doğru geldi.

Film tam bir başyapıt bence. Hikâyesi, müzikleri, çekim planları, konuyu işleyişi ve oyunculuklar ile. Khan için pek fazla söze gerek yok ancak iki kız karakterin hem çocukluk hem gençlik yıllarını oynayan oyuncular da filme çok değer katmışlar. Filmi izledikten sonra biraz araştırma yapınca kızların altı ay boyunca güreş dersi aldıklarını öğrendim. Khan da tam 28 kilo alarak filme başlamış, yaşlılık planları çekildikten sonra birkaç ay içinde eski kilosuna geri dönerek gençlik yıllarının çekimleri tamamlanmış.

Filmde birçok alt metin bulunuyor. Biyografik bir film olma özelliği de taşıyan Dangal, içinde aksiyon ve dram da barındırıyor. Ülkenin bazı yetkililerine de göndermeler yapan filmde yer yer eleştiriler görüyoruz. Yani cesur bir film de aynı zamanda.

Konusundan biraz bahsedersem,  gençliğinde başarılı bir güreşçi olan bir adam hayatta tercih yapmak zorunda kalmış ve hayallerine veda etmiştir. Oysa tek bir amacı vardır. Ülkesinin bayrağını uluslararası bir yarışmada birincilik kürsüsünde dalgalandırmak. İçindeki dinmek bilmeyen bu emelin peşinde koşmaktan hiç vazgeçmez ve bir oğlu olunca onun üzerinden hayallerini gerçekleştirmeyi ister. Ancak çok beklediği o erkek evlada bir türlü kavuşamaz ve kızları olur.

Toplumsal cinsiyet yaklaşımına da başkaldıran bir şekilde kızlarını güreşçi olarak yetiştirmeye karar verir ve bireysel çabalarıyla iki şampiyon yetiştirir. Önce karısı ve köylüleri daha sonra spor yetkilileri ve en son kızının antrenörü ile mücadele eder.(Filmin en çok hoşlandığım mesajlarından biriydi toplumsal cinsiyet yaklaşımına baş kaldırması.)

Filmi izlerken başlarda bazen gel gitler yaşamadım değil. Bir babanın kendi idealleri uğruna zorla kızlarına dayatma yapması, onları mutsuz etmesi biraz canımı sıktı.

Filmin her karesi çok güzeldi ancak ben iki sahnesinden çok etkilendim.

İlki, kızlar babalarına kızgın, istekleri dışında bir şeye zorlandıkları için mutsuzdurlar. Ancak gittikleri bir kına gecesinde gelinle yaptıkları kısacık sohbet ikisinin de babalarına ve yapmaya çalıştığı şeye karşı bakış açılarını değiştirecektir. Ya ondört yaşına gelince evlenip hiç tanımadıkları bir adamın koynuna girecekler ya da babalarının idealini gerçekleştirmek için mücadele edip birey olacaklardır.

İkincisi ki, bana göre filmin en can alıcı dialoglarından biri olan Geeta’nın olimpiyat şampiyonluğu için mindere çıkacağı günün bir gece öncesi babasının yaptığı konuşma.

Babası, bu gece kızına taktik vermek yerine biraz ülke gerçeklerinden, kız çocuklarının kaderinden bahsetmeyi tercih eder.

Geeta, ertesi gün mindere çıkar. Kafasında idealleri, yüreğinde inanç ve tribünlerde onun başarısını bekleyen Hintli kız çocukları vardır.

Yan karakterlerden tavukçu esnafı çok sevdim. İzlememiş olanlar için, keyifli seyirler.

 

Oya ENGİN, 26 Şubat 2018/İstanbul

 

 

 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.