Çiş, kaka işlerini hallettik. Yeme içme de tamam. E ee! Ben nerede uyuyacağım?
Şöyle bir etrafıma bakınıyorum. Gayet güzel yerler var uyuyacak, acaba oralarda yatmama izin verirler mi? Hele şu ışıklı kutunun karşısındaki kanepe tam benlik. Eski evimdeki babaanne de öyle bir kanepeye uzanır, ışıklı kutudaki hareketleri izlerdi. Yok hareket değil, dizi dizi… İnsanlar akşam oldu mu hep o dizileri izliyorlar. Nereden mi biliyorum? Kedi annem anlatmıştı.
Teraslı eve sığınmadan önce sokaklarda yaşayan bir canmış. Onun annesi ve diğerleri… Kedi annem her gece ortalıktan el ayak çekilince çöp kutularını karıştırmaya çıkarmış. Kapıların önündeki çöp poşetlerini de… İşte o zaman evlerin pencerelerden sokağa yayılan sesleri duyarmış. Yaz mevsimiyse açık pencerelerin kenarına oturur içerisini gözetlermiş. Işıklı kutunun içinde bazen kavgalar, savaşlar, bazen de çok komik şeyler olurmuş. Kedi annem en çok, bir okul filmini severmiş. Okulda sevimli haylaz öğrenciler, çok disiplinli ama bir o kadar da pamuk kalpli bir müdür varmış. Ama annem en çok ama en çok kısa boylu şişman kadını seviyormuş. Bir gün kardeşlerimizle süt içtikten sonra karnının üzerinde yatarken bize şunu demişti.
-Keşke kediler de o okula gidebilse. Her sene sınıfta kalacağınızı bile bile yine de sizi o okula yollardım.
Belki bu ışıklı kutuda o okulu da gösterirler.
Evin içindeki ışıklar yandı. Artık akşam oldu. Bana tekrar mama hazırladılar. Hiç acıkmamıştım ama yine de yedim. Karnım kocaman oldu. Bir de su içtim. Neredeyse patlamak üzereyim.
İnsan annemle ablam da yemek yedi. Karnım öyle tok ki onlar ne yiyor, hiç ilgilenmiyorum. Ama balık yeseler çok ilgilenirdim. Bu hayatta en çok sevdiğim yiyecek, kızarmış balık kılçığı.
Of! Ne zaman yatacağız. Ben hala nerede uyuyacağımı bilmiyorum. Dur bakayım. İnsan annemle ablam benim hakkımda mı konuşuyorlar?
-Aynı veterinere götürelim. Köpeğimize çok iyi bakmıştı.
-Hem yakın da…
-Yarın ararım. Hemen tedaviye başlaması lazım. Ciğerlerinden ses geliyor.
Ses mi? İçimden dışarı ses mi çıkıyor? Eyvah, yoksa ben çok mu hastayım?
Bak, moralim bozuldu şimdi. Kendime güzel bir yuva buldum derken, başıma neler gelecek? Bunlar bana iğne de yaptırırlar. Bizim eski mahallemizde sokakta oynarken gürültü yapan küçük çocukları bir insan teyze korkuturdu.
-Size iğne yaparım haaaa! Diye. Çocuklar bunu duyunca kaçıp evlerine saklanırdı.
Ya bana da iğne yaparlarsa? Nereye kaçsam?
İnsan annem beni çağırıyor.
-Benek. Benek.
Yeni adıma da bir an önce alışmam gerekli. Hemen koşuyorum. İnsan annem beni kucaklıyor. Oh yine güvendeyim. Ama bana iğne yapmasınlar, moralim çok bozuk. Gözlerimi kapıyorum, mırrr mırrr mırrr… Öyle güçlü mırlıyorum ki ciğerlerimden çıkan ses duyulmasın.
Işıklı kutu açılıyor. Bir insan erkek haberleri okuyor. İnsan ablam oralı değil, elindeki aletten zaten hepsini okumuş. Ama insan annem hem beni seviyor hem haberleri dinliyor.
Zaman geçmek bilmiyor. Çok heyecanlıyım. Şu iğne meselesi bütün huzurumu kaçırdı. Yeni evimde ilk gecem iğne kabusu yüzünden berbat oldu.
Işıklı kutuda bir sürü şey oynadı. Hiç birini anlamadım. İnsan ablam o kutuya pek bakmıyor. Ama bana hep bakıyor. Onu çok sevdim. Bana yarın iğne yaptırırsa yine sever miyim, kararsızım.
Nihayet gece oldu. Yatma hazırlıkları başladı. Işıklı kutu kapandı. İnsan annem içerideki odadan eve alacakları kedi için önceden hazırladığı bir minderi getirip, yere koydu. Beyaz renkli bir minderdi. Dört köşesinde kırmızı kocaman kurdeleler vardı. İnsan annem kendi dikmiş. Beni kucaklayıp minderin üzerine bırakırken kendi söyledi. O kocaman kurdelelerle oynamak için sabırsızlanıyorum. Canım, biz de biraz neşemizi bulalım.
Oh! Yumuşacık yatağım var artık. Her sorunum çözüldü. Bir tek iğne meselesi hariç.
Yarın ola hayır ola…
Devam edecek…
Oya ENGİN/14 Aralık 2018, İstanbul
Son yorumlar