Doksanlı yıllar ülkemizde bazı aileler için çok fırtınalı olaylara neden olmuştu. Dünyada esen bir rüzgarın yıktığı duvarların altında kalmış bir kuşak kadın ülkemize akın akın gelmiş, bizim iç güdülerinin peşinden gitmeye hevesli erkeklerimizin bazılarının aklını başından almıştı. Kimdi bu kadınlar? Tahsil görmüş, genç, güzel, kültürlü ama parasız Rus kadınlar.
Önce bavullarla Karadeniz kıyılarından başlamışlar sonra bazılarının iştahlarını kabartıp kendilerini bambaşka bir sektörün içinde bulmuşlar hatta her birinin kişiliği, ismi, eğitimi olmasına karşın hepsine toptan Nataşa denmişti.
Uzunca bir zaman gündemi meşgul etmişti bu kadınlar. Bazıları aradan sıyrılıp bir Türk erkeğinin karısı olmuş, bazıları eğlence ve sinema sektöründe kendine yer bulmuş bir çoğu da zalim çarkın dişlileri arasında kaybolup gitmişti.
İşte o yıllarda başından geçti Mehmet’in bu olay. Orta yaşa varmasına birkaç yıl kalmış, yaşamı boyunca karısından başka bir kadının koynunda uyumamıştı. Yıllar önce memleketinden İstanbul’a geldiğinde, çalıştığı atölyede yan makinede çalışan kızla anlaşmış, anasına haber yolladıktan bir ay sonra kendisini teyzesinin kızıyla evli bulmuştu. Beş çocuğunu da aynı hastanede doğurmasına rağmen karısının, o hastaneyi tek başına bulamamasını bir türlü kabullenememişti. Her seferinde karısını hastaneye götürmek için iş yerinden izin alması gerekiyordu. Kadınlar hakkında konuşması gerekirse bir bunu anlatırdı bir de hiç unutamadığı atölyedeki kızı.
Yaşamı durağan akışında sürüp giderken yolu bir gün bu güzel Rus kadınlardan biriyle kesişti. Uzun bacaklı, renkli gözlü, sarı saçlı bu genç kadın Mehmet’in aklını başından aldı. Önceleri kendine pek güvenemedi. Daha sonra asıl güveneceği şeyin cüzdanı olduğunu fark edince işler değişti.
Mehmet büyük bir değişim içine girdi. Emekli olduğunda memlekete yapacağı ev için biriktirdiği paranın bir kısmıyla ikinci el bir otomobil aldı. Hızla kilo verdi. Dişlerini yaptırdı, bıyıklarını kesti, giyim tarzını değiştirdi. Şirketteki işi bitince yan handaki ofislerin temizlik işine talip oldu. Memleketten de yiyecek getirip şirkette satmaya başladı. İş yerinde birlikte çalıştığı arkadaşları Mehmet’in bu büyük değişimini şaşırarak izliyordu. Kadın amirlerinden biri onu sıkıştırınca baklayı ağzından çıkardı. Artık onunda bir Rus sevgilisi vardı.
Mehmet ‘in öz güveni tavan yapmıştı. Artık sevgilisini kimseden saklamıyor, hatta onunla gezip gördükleri yerleri diğer arkadaşlarına tavsiye bile ediyordu. Bir de herkese sevgilisinin çok temiz olduğunu ve her zaman mis gibi koktuğunu anlatıp duruyordu.
Bir yaz günü Mehmet işe geldiğinde suratı allak bullaktı. Bir gecede bin yaş yaşlanmış gibiydi. Arkadaşları bir felakete uğradığını zannettiler. Konuşmaya çalıştılar. Mehmet’in ağzını bıçak açmadı. Ertesi gün işe geldi, senelik izine çıkmak istediğini söyledi. Rus sevgilisini ilk anlattığı kadın amir yine onunla uzun uzun konuştu. Mehmet başına gelenleri anlattı.
Her şey bir şeftali yüzünden olmuş.
O hafta sonu Mehmet ve sevgilisi Kilyos’ta deniz kenarına gitmişler. Bomboş sahilde önce biraz güneşlenmişler daha sonra da yüzmüşler. Mehmet denizden çıkınca biraz uyumak istemiş, sevgilisi de kitap okumak. Bir süre sonra sahilde sesler yükselmeye, kalabalık artmaya ortalık hareketlenmeye başlamış. Uykudan uyanan Mehmet bakmış ki sağına soluna aileler gelmiş. Uyandığını gören sevgilisi acıktığını söyleyince yanlarında getirdikleri sandviçleri yemişler ancak sevgilisi şeftali de istemiş.
Mehmet kum üzerinde gezen seyyar satıcı bulmak umuduyla sağına soluna bakınırken yanındaki ailenin şemsiyesinin altında kendisine şaşkınlık dolu gözlerle bakan apartman komşusunu görmüş. Durumun vehametinin farkında olmadan komşu kadına istem dışı selam vermiş. “Merhaba yenge” bile demiş. Kadın cevap vermeyip, başını çevirmiş.
Sevgilisi de ha bire şeftali isteyip duruyormuş. Mehmet yerinden kalkıp sahil kenarındaki seyyar satıcıların yanına gitmiş ama eli boş dönmüş. Bu ıssız yerde kimse şeftali satmıyormuş.
Rus sevgili bir dediğinin iki edilmemesine o kadar alışmış ki Mehmet’in eli boş dönmesine çok sitem etmiş. Çocuk gibi tutturmuş. Şeftali de şeftali …
Mehmet sevgilisinin yapmacık olduğunu bilmesine rağmen nazlanmasına dayanamamış. Çaresizce etrafına bakınırken bir de ne görsün? Komşularının çocuklarının ellerinde şeftali var. Isıra ısıra yiyorlar. Bir çocukların ellerindeki şeftalilere bir de suratını asmış sevgilisine bakmış. Gözünü karartmış, komşularının yanına gitmiş.
“Yenge, kızın canı çok şeftali çekti. Varsa bir tane verir misin?”
Kadın Mehmet’e uzun uzun baktıktan sonra hiddetle ayağa kalkıp bağırmaya başlamış.
“ Gözümün içine baka baka … Tövbe tövbe… Hiç sesimi çıkarmayacaktım. Görmezden gelecektim. Ama bu şeftaliyi istemeyecektin. Sen ne arsız yüzsüz bir şeymişsin meğer! Yok sana şeftali. Eve gider gitmez de karına hepsini anlatacağım.”
Anlatmış.
Oya ENGİN/17 Ocak 2019, İstanbul
Her zamanki gibi o dönem ancak bu şekilde anlatılabilirdi. Kalemine sağlık . Evet Türkiye böyle bir dönem yaşadı. Rus kadını uzun yıllar en fazla filmlerin bir köşesinde gizliydi. Onu tanımıyorduk. Ama antikomünizm yıllarından kulağımızda kalan cümleler vardı: “Sovyetler’e giden yabancılar bir külotlu çorap karşılığında Rus kadınıyla birlikte olabiliyormuş.”