Uzun zamandır yakın arkadaşlarımdan ikisinin gönüllü olarak emek verdiği Deliler Kahvehanesine gitmeyi planlıyordum. Burası tam bir gönül merkezi. Kurucusu, emekçileri, gönüldaşları, ziyaretçileri ile…
Hasta bir kedi için benden yazı atölyesi yapmamı istediklerinde yolumun Deliler Kahvehanesiyle kesişeceğini bilmiyordum.
Uzun zamandır biriktirdiğim eşyalar valizde hazır buraya ulaşması için beklemekteydi. Bir kez randevu almama rağmen ani gelişen bir seyahat yüzünden iptal etmek zorunda kalmıştım. Kedi için yapılan organizasyonda etkinlik yerinin Deliler Kahvehanesi olduğunu öğrendiğimde şaşırdım ve mutlu oldum. Hem etkinliği yapacak hem de uzun zamandır beklediğim ziyareti gerçekleştirebilecektim.
Etkinlik günü geldi. Kahvehaneye deniz yoluyla gitmeye karar verdim. Tarifeli motorlardan biriyle önce Fener İskelesi sonra da yürüyerek Deliler Kahvehanesi.
Çocukken deniz ulaşımını sevmezdim. Belki de yaşadığımız yerde mecbur olduğumuz tek ulaşım aracı olmasındandır. Oysa şimdi öyle mi? Keşke kıyısı olan her yere deniz yoluyla gidebilsek.
Deniz, çay … Yolcular, sohbetler, gazete kitap okuyanlar, aşıklar, turistler, yaşlılar, gençler… Kıyılar, binalar, ağaçlar, kayıklar..
Çayımı bitirdim. Karşı koltukta bir turist çift oturuyor. Anlayamadığım bir dil konuşuyorlar. Balkan dillerinden biri ama çıkaramadım. Yaşdaş çiftleri çok seviyorum. Özellikle birlikte yaşlanmış olanları. Muhtemelen bu çift de onlardan. Pencereden görünen kıyları izliyor ve cep telefonlarıyla ilgileniyorlar. Eyüp sırtları görünmeye başlayınca çaycıdan sıkma portakal suyu istiyorlar. Yeni sıkılmış gibi görünmeyen portakal suyunu birlikte çabucak içiyorlar.
Çaycıya soruyorum. Fener iskelesine yanaşmak üzereymişiz. Yerimden kalkıyorum, ağır valizimi çekiştirerek motordan en son yolcu olarak iniyorum.
Bir süre iskelede oyalanıyorum. Çevreyi izlemek için.
İskelede fotoğraf çekiyorum. İskele memuru fotoğraf çeken kişilere aşina bir bakışla bir süre beni izliyor sonra gözden kayboluyor.
İskeleden çıkıp caddeye yürüyorum. Ama yol çok kötü. İnşaat alanı gibi. Belki de öyledir. Fark edemiyorum. Cadde kıyısına turist otobüsleri park etmiş. İçindeki yolcular havanın güzelliğine dayanamamış aşağı inmişler kümeleşerek sohbet ediyorlar. Gençler bir tarafta, yaşlılar ötede.
Aralarından geçerken bir kaçıyla selamlaşıyorum. Evrensel bir dille günaydın diyoruz birbirimize. Ne güzel. İnsan insana selam veriyor. Kendi insanıma da yapabilsem. Tanımadığım birine selam versem… Günün aydın olsun desem…
Böyle düşünürken dönüş yolunda kendi insanımın sırf ayağına çarptı diye boş valizime tekme atacağını henüz bilmiyorum.
Ana caddeden Deliler Kahvehanesine doğru yürümeye başlıyorum. Büyük tur otobüsleri dar kaldırımların yanına park ettikleri ve bu araçların çevresi seyyar satıcılar tarafından kuşatıldığı için zorlu bir beş dakikalık yürüyüşten sonra sapacağım ilk köşeye geliyorum. Bir oto tamirhanesi, ilk dükkan. Koyu renk bir araç kaput açık tamir ediliyor. Başındaki ustaya selam verip Deliler Kahvehanesini soruyorum. Bilmiyor. Başka bir esnafı işaret ediyor. “O buralarda eski, o bilir” diyor. Tam o anda yanımda on yaşlarında bir erkek çocuk beliriyor. “Ali abinin orayı mı arıyorsunuz?” diyor. Tam da orayı arıyorum. Yolu tarif ediyor. Yüzünde kocaman gülümsemesi, Ali abisinin yerini herkesten çok onun bilmesinin verdiği sevinçli bir edayla yanımdan uzaklaşıyor.
Çınar ağacını dönünce işte aradığım tabela karşımda. Dar bir eski İstanbul sokağında, küçük esnafın bol olduğu bir yerde. Havanın güzel olmasının getirdiği rahatlıkla herkes sokakta. Dükkanların önlerinde tabureler, sandalyeler, insanlarla dolmuş. Çay içenler, sigara tüttürenler…
Kahvehaneye giriyorum. Arkadaşlarımla görüşüyorum, etkinliğimizi yapıp valizimizi ilgili bölüm görevlisine teslim edip Eyvallah’ımı alıyorum. Sonrasında çay, kahve, sohbet. Bizim etkinliğimiz ardından ritim atölyesi etkinliği var. Ben de o etkinliğe katılıyorum. Bir buçuk saat boyunca içsel bir yolculuk yapıyorum.
Gelenler, gidenler hiç durmuyor. Kahvehanenin kapısı hiç kapanmıyor. Akşam için aş evinin yemekleri hazırlanıyor. Hatırı sayılır bir kalabalık burada her akşam ücretsiz sıcak yemek yiyor. Gerçek bir hayır merkezi burası.
Zamanım daralıyor, yolum uzun. Dönüş yolculuğum başlıyor. Bu kez kara yolu ile geri dönüyorum. Metroda boş valizime tekme atıyor bir adam. Sesimi çıkarmıyorum. Keyfimi bozamam. Bugün başka dünyaların eşiğinde dolandım. O dünyadan ayrılıp sevgisiz, anlayışsız, kaba insanların dünyasında debelenmek istemiyorum. Belki yarın…
Eve geliyorum. Boş valizimi yerine kaldırıyorum. Ama önce tekme atan adamın ayak izini temizliyorum.
O akşam erkenden uyuyorum.
Oya ENGİN/12 Mart 2019, İstanbul
Son Yorumlar