Canavar…

 

Bir kediye bu ismi koymak ne kadar mantıklı bilemiyorum. Sonraları biraz pişman olduk ama olan olmuştu bir kere.  Aslında  bu ismi biz koymadık. Bir akrabamız Beykoz’daki evimize ziyarete gelirken yanında getirdiği sucukları bir hamlede yiyip bitirdiği ve iri cüssesi nedeniyle kendisine Beykoz Canavarı adını takmıştı.

Canavar’ın annesi bizim evden yayılan hayvan sevgisini hissettiği için mi bilinmez,  hamile kalır kalmaz sanki çocuk bizim oğlumuzdanmış ta sorumluluk bizdeymiş gibi kapımızdan ayrılmaz oldu. Pamuk gibi,  minik yapılı,  zarif bir kediydi.  Evimizin bahçesine  çıktığımızı görünce hemen yanımıza koşar,  ayaklarımızın dibine yatar , kendi etrafında yuvarlanır yuvarlanır, karnını bize göstere göstere dönerdi. Fazla dönmeye meraklı olduğundan adını Topaç koymuştuk.

Topaç’ın hamileliği ilerledikçe ve bu hamilelik süresince bize kendini çok sevdirdiğinden onu doğumuna yakın eve aldık, gerekli kolaylıkları (yatak, yorgan, yastık) hazırladık ve doğumu beklemeye başladık.  Nihayet yedi Nisan’da  annemin yardımıyla beklenen doğum gerçekleşti. Biri kız biri  erkek  iki yavru dünyaya getirdi.  Belli ki baba bir sarman kediydi. Yavrular da babaya çekmiş, kızıl sarman cinsi çok tatlı iki yavru olmuştu. Kız olan kedi çok güzeldi. Erkek olan ki sonradan adı Canavar olacaktı biraz irice yapılıydı. Kız kardeşinin hemen hemen iki katıydı. Kız anneye,  erkek babaya çekmişti belli. Galiba Topaç’ın ilk doğumuydu. Çok zor bir doğum olmuştu. Annem yardım etmeseydi sanırım Topaç ve yavruları yaşayamazdı…

Yavrular ele avuca gelince   mahalle çocuklarının sevgilisi oldular. Bahçemizde oynamaya başladılar. Kız kediye hemen talip çıktı. Onu bir aile evlat edindi. Erkek kedi bize kalmıştı. Derken bir aile yavru kediyi sahiplenmek istedi. Verdik.  Ancak bir kaç gün sonra kedinin sokağa terkedildiğini öğrendik ve aradık bulduk. Kedi sokaklarda kalmaktan çok korkmuştu. Adeta sığınak olarak evi kabul etti ve ihtiyaç için dahi bahçeye uzun süre çıkamadı. Anne oğul artık bize tamamen yerleştiler.

Kedi hızla büyüdü, güzel ve bakımlı yaşantısı onu kilolandırdı.  Zaten efeler gibi olan yürüyüşü daha da kabadayılaştı,  oldu bir canavar. Önüne geleni yiyor yutuyordu. Kurbiye Canavarı adlı  film kahramanının Beykoz versiyonu bizim kedi olmuştu. Adını Tarçın koymuştuk.

Sıkı bir kedisever olan akrabamız her hafta sonu  elinde sucuk kangalları, ciğerler bizim eve kedi sevmeye geldikçe kedimizin gelişimine hayran kalıp ”bu canavar gibi bir şey olmuş adı Beykoz Canavarı olsun”  deyince  kendisine hürmeten, kıramadığımız için yavru kedinin adı değiştirdik . Ancak Beykoz Canavarı söyleniş olarak uzun olduğundan Canavar adında ortaklaşa karar kıldık.

Evimizde büyüyen ve  yaşayan hayvanlar,   bizi tanıyanlar  iyi  bilir;  tamamen insan muamelesi görür. Biz hayvanlarımızdan özür bile dileyebilen bir aileyiz. Bu her ne kadar bazı insanlar arasında tuhaf karşılansa da  her yaratılanı severiz yaradandan ötürü. Saygıda kusur etmeyiz.   Bu sebeple Canavar da değişik zevklere sahip olmaya başladı.. Akşamları mısır patlağı yemek istiyor, televizyonda klip furyası olduğu zamanlarda  klip izliyor, arabesk müzikler çıktığında farklı tepki veriyor, üzüm yemeyi çok seviyordu.  Arabayla gezmeye  de bayılırdı. Arabamla onu ilk kez benzin almaya götürdüğümde birden bire  istasyon elemanlarının, müşterilerin sevgilisi oldu. Sanırım arabayla köpek gezdirilmesine alışkın olan insanlar şöför mahallinde obez bir kedinin keyifle ayağa kalkıp camdan etrafı seyretmesine şaşırmış görünüyorlardı.

Müzik  kulağım ve kabiliyetim hiç yoktur. Bazen severek dinlediğim müziği bile kim söylüyor anlayamıyorum. Buna rağmen  Canavar için bir  beste yaptım. Kedimin huysuz olduğu, korktuğu, eve hoşlanmadığı kimseler geldiğinde söylemek için. Bu besteyi söylemeye başladığımda sakinleşir, huzura erer, kendini güvende hissederdi.

Her sabah saat 06.00 tuvalet ihtiyacı zamanıydı. Beni uyandırır dışarı çıkar , saat 09. 00 a kadar gezer dolaşırdı. Özgür bir hayvandı. Derin uykudan uyanamadığım zamanlarda çok tokatını yemişimdir.

Ev halkının sayısını bilirdi. Ev ahalisinde eksik olan varsa çalan her kapı ziline koşar,  eğer herkes evdeyse oralı bile olmazdı. Her akşam işten eve dönüş saatimi bilir  o saatler arası sokağın başındaki ağacın altında beni beklerdi. Hayatım boyunca beni hiç kimse bu kadar sabırla, sadakatle beklemedi.

Zeytinyağlı taze fasulye yemeğini çok severdi. İki tane borcam tenceremizi bu yüzden kırmış, mutfağı mahfetmiş, iki el dokuması kilimi  telef etmiş ama ben yine de ona hiç kızamamıştım.

Kızdığı ve üzüldüğü zaman tepki veriyor, bu tepkisi  de nerdeyse bir aydan önce geçmiyordu. Özellikle ben şehir dışına çıkıp evden uzaklaştığım  zaman evde çok sinirli oluyor, patileri hassaslaşıyor ve halılara basamıyormuş. Döndüğüm zaman bana küsmüş oluyor, uzunca bir süre kendisiyle ilgilenmem ve  şarkısını söylemem gerekiyordu. Sonra barışıveriyorduk. Nazlı bir  ” Canavar” dı. Hassas ruhuna hiç yakışmayacak bir isim koymuşuz.

Yan bahçede yaşayan bir sevgilisi vardı. Yamalı Bohça adını takmıştım ben ona. Parça parça desenli bir kediydi. Pek severlerdi birbirlerini.  Zaten ölümü de o kedi yüzünden, yok  yok aslında ”aşk” tan oldu. Karlı günlere denk gelen bir Mart döneminde Yamalı Bohçanın peşinde koşmaktan zatürre oldu. Veterinerimizin maharetli bakımı sayesinde ilk varta atlatıldı.  Ancak ciğerler darbe almıştı bir kere. İkinci yıl kendisini kurtaramadık.

9 yılını  bizimle paylaştı. Annesi bizi ikinci yıl terketti. O hiç bir yere gitmedi. Evimizin, yaşamımızım bir parçası olarak bizimle yaşadı. Mutlu etti,  mutlu oldu.  Artık Beykoz Canavarı  gönlümüzde yaşıyor. Ondan geriye anılar, bir kaç fotoğraf ve onun için bestelenmiş ancak daha sonraları beslediğim diğer hayvanlara da uyarladığım şarkısı  kaldı…

Oluşuda oluşu, Tatlışıda tatlışı, Tontoşuda tontoşu… diye sürüp giden…

 

Oya ENGİN

27/11/2012

Comments are closed.