Hiç vapura bindiniz mi?
Bir martıyı eliniz ile beslediniz mi?
Yeraltında ışıklarla dans eden taştan bir orman biliyor musunuz?
İçinden araçların geçtiği bir duvar gördünüz mü?
İstanbul’un dünyanın merkezi kabul edildiğini biliyor musunuz?
İstanbul’da ki mücevherler hakkında fikriniz var mı?
Sorular… Sorular…
İstanbul; hakkında sayfalarca kitaplar yazılacak kadar büyük, tarihi köklü ve bir o kadar da gizemli bir şehir. Her köşesine saklanmış efsaneleri, dokularına sinmiş hikâyeleri ve kendine özgü davranışları olan bir masal.
Yeditepe Öyküleri İstanbul serisinin proje aşamasında, yazılacak kitapların çok ilgi göreceğini tahmin etmiştik. Kitaplar ilk kez bu Kasım ayında İstanbul Kitap Fuarında okuyucusuyla buluştu. Ailelerin de seriye gösterdiği ilgi, doğru bir karar aldığımızı bize hissettirdi. Bize inanan, kitaplarımızı yayınlanmaya değer bulan yayınevimiz Ceylan Çocuk Yayınları’na bu vesileyle bir kez daha teşekkür ediyorum.
Bir süredir İstanbul dışında olduğumdan katılamadığım kitap söyleşilerine bu kez ben de dahil oldum.
Konuk olacağımız okula giderken yolda birkaç öğrenciyle karşılaştım. Söyleşiden haberleri varmış. Okul yolundaki yabancı biri onların hemen dikkatini çekti.
-İstanbul için mi geldiniz?
Sarı saçlarını sımsıkı tepesine toplamış, elindeki leblebi poşetini karıştıran kız çocuğu ve yanındaki kırmızı gözlüklerinin arkasından meraklı bakışlarla beni süzen aydınlık yüze gülümsedim.
-Evet. Hem sizin için hem İstanbul için geldim. Görüşecek miyiz?
Kırmızı gözlüklü kız cevapladı.
-Evet, geliyoruz. Bizim söyleşimiz öğleden sonra.
-O zaman söyleşide görüşürüz.
Bana el salladılar. İki söyleşi yapacaktık. Bir tanesi sabah saatlerinde, diğeri öğleden sonra.
Yokuşun biraz ilerisinde okul kapısı göründü.
İçeri girdiğimde bir görevli tarafından karşılandım. Ders bitmek üzereymiş.
-Birazdan zil çalacak. Ben sizi öğretmenler odasına götüreyim.
İnsanların duymaktan çok hoşlandıkları bazı sesler olabilir. Boş koridorlarda yankılanan ayak sesleri benim için farklı bir melodi. Önde görevli, arkada ben, sesleri birbirine karışan dört ayağın çıkardığı melodiyi dinleyerek ilerliyoruz.
“Canım Öğretmenim”
Kırmızı parıltılı bir kalp üzerine yazılmış bu iki kelime öğretmenler odasının kapısına asılmış. Yavaşça içeri süzülüyorum. O anda öğrencilik günlerime geri gidiyorum. Zamanda yolculuk başlıyor. Ellerimi nasıl tutacağımı bilemiyorum. Görevli çoktan gitti. Ben kocaman bir masanın etrafına dizilmiş birçok sandalye ve rahat koltuklar arasına serpiştirilmiş sehpalar arasında öylecene bekliyorum. Odada genç bir öğretmen var. Yeni mezun sanki. Küçük bir kız çocuğu gibi. Laptopunda çalışıyor. İçeri girdiğimi görünce başını ekrandan bana doğru çeviriyor ve “hoş geldiniz” diyor. “İstanbul mu?”
Gülümsüyorum. Bugün biz İstanbul’uz.
Öğrencilik yıllarımda öğretmenler odası hep ürktüğüm, çok zorunlu olmadıkça içeri girmediğim hatta kapısının önünden dahi geçmek istemediğim bir yerdi. Öğretmenlerimize duyduğumuz saygıyla karışık korku böyle hissettiriyordu. Şu anda yıllar sonra bir öğretmenler odasında olmak bana bu duyguları çağrıştırdı.
-Oturmaz mısınız?
-Teşekkür ederim.
Genç öğretmenin gösterdiği rahat koltuğa ilişiyorum. Konuk olarak bulunduğum odada kendimi hâlâ bir öğrenci gibi hissetmeme engel olamıyorum. Az sonra okula Hababam Sınıfı filminin melodisi yayılıyor. İlaç gibi geliyor. Rahatlıyorum. Kitap fuarları sayesinde tanışıp defalarca sohbet etme şansına eriştiğim Rıfat Ilgaz’ı anıyorum. Derken kocaman bir uğultu ile birlikte aydınlık yüzler koridorlara çıkıyorlar. Kapı sık sık açılıyor. İçeri bazen tek bazen de birkaç tane öğretmen beraberce giriyorlar. Koltukta büzüşüyorum. Yerimden kalkıp bütün öğretmenleri ayakta karşılamak istiyorum. Ama o da ne? Odaya giren her öğretmen bana gülümsüyor. “ Hoş geldiniz” diyorlar. Yanıma gelip kendilerini tanıtıyor, ellerini uzatıyorlar. Oturup sohbet etmeye başlıyorlar. Seviniyorum. Yaşça hepsinden büyüğüm. Onlar da bana saygı gösteriyorlar. Duygulanıyorum.
Nihayet arkadaşlarım da geliyorlar. Hepimiz bir aradayız yeniden. Biz bugün “İstanbul”uz. Söyleşinin yapılacağı salona inmek üzere öğretmenler odasından ayrılıyoruz.
Bizden önce gelmiş çocuklar var salonda. Hepsiyle selamlaşıyoruz. Diğerlerini kapıda biz karşılıyoruz. İlk dakikalardan itibaren çok sıcak bir iletişim kuruluyor. İstanbul’un büyüsü hepimizi sarıp sarmalıyor.
Birçoğu kitapları önceden okuyarak geldiği için sorular ardı ardına geliyor. Yazarlık çok ilgilerini çekiyor. Kitapların yazım aşamasını çok merak ediyorlar. Yazarken neler hissettiğimizle ilgileniyorlar. Çoğu kitapları sevmiş. Belgesel izler gibi olduk diyorlar. Gezerek öğrenmek çok hoşlarına gidiyor. Yazarken bizlerin de bu mekânları görüp görmediğimizi soruyorlar. Ama eleştiriler de alıyoruz. Neden Avrupa yakasını yazıp Anadolu yakasını yazmadığımızı soruyorlar. İstanbul dışında başka şehirleri de yazmamızı istiyorlar. Doğum yerlerimizi öğreniyorlar. İstanbul ile birlikte bizleri de tanıma çabasındalar.
Her soruyu cevaplıyoruz. Ayrılan süre yetmiyor. Yine buluşmak üzere sözleşiyoruz. Ellerindeki kitapları imzalatmak onlar için büyük heyecan. Tek tek sohbet ederek imzalarımızı atıp, iyi dileklerimizi yazıyoruz.
Martıları konuşup, İstanbul’un efsanelerine kulak verip, padişahların dünyasında gezindik. En sonunda tüm salon ellerimizi havaya kaldırıp üzerimizde var olduğunu hayal ettiğimiz gökyüzündeki yıldızlara dokunarak tarihi surlarda Barış’a Yolculuk serüvenimizi sonlandırıyoruz.
Oya ENGİN/13.01.2016, TAŞDELEN…
Son yorumlar