Birinci, Sevda ve Sonuncu

 

Dairesinin kapısını öfkeli bir sakinlikle çekip dışarı çıktı. İçerideki boğucu ve karamsar havaya inat dışarısı Mayıs güneşinin de etkisiyle sokaklara çıkmış insanların cıvıl cıvıl neşesiyle umut doluydu. Buna rağmen az önceki ruh halinden sıyrılıp bu capcanlı insan kalabalığının arasına karışamadı.  Bir şeyler içmeliyim deyip önüne ilk çıkan kahveciye girip bir kahve söyledi. Sırtını sokağa dönerek oturdu, sabahın erken saatinde coşkun bir sel gibi akan bu kalabalığı izlemek bile ona şu anda çok yorucu geliyordu.   Çantasından cep telefonunu çıkarıp rehberinde büyük harflerle “Sonuncu” yazan numaraya tuşladı. Uzun süre açılmayan numarayı bir kez daha aradı. Bu kez uykulu bir ses cevap verdi.

İkinci kahvesi henüz gelmişti ki üzerine gelişigüzel giyildiği belli kıyafetleri,  her zamanki görünümüne hiç benzemeyen özensiz taranmış saçlarıyla kız kardeşi masasına oturdu. O halinde bile tenine sızmış parfüm kokusu beli belirsiz bir esinti halinde aralarında dolaşıp dağıldı gitti.  Gelişindeki çabukluğa tezat konuşmaya başlamaları bir hayli geç oldu.

Kardeşinden aldığı güçle sandalyesine biraz daha rahat oturdu. Yanlarına gelen garson donuk bakışlarla sipariş alabileceğini söyleyince “Çay” dedi kardeşi baştan savma bir tavırla.

“Fincan mı bardak mı?”

“Farketmez” diyerek garsonu yolladılar.

“Abla, kadını senin evine mi getirmiş?” diye söze girdi Sonuncu.

“Ablanla büyük kavgalıyız yalnız kalmam gerek, köpeği de götürme bana arkadaş olur dedi, istemeyerek de olsa anahtarı verdim” dedi pişmanlık ve şaşkınlık dolu bir ses tonuyla sonra devam etti. “İlk kez istedi.”

“Bak sen bizim enişteye! Anlıyormuş demek bu işlerden? Hem de Birinci’ye rağmen. Biliyor tabi hafta sonları sen anneme gidersin.”

“Ne bileyim, hiç böyle bir şey aklıma gelmedi…”

Bir süre daha birbirlerine ne yapacağını bilmeyen insanların belirsizlik ifadeleriyle dolu gözlerle baktılar.  En küçük olmasına rağmen cesur, delişmen, hayatı kendi istediği gibi yaşayabilen kız kardeşini her zaman çok seviyordu Sevda.  Evden bile ilk o ayrılmış, “Çekemem ben bu kadar dırdırı,  her kafadan başka ses çıkıyor diyerek” bir sabah pılısını pırtısını toplayıp arkadaşının evine taşınmıştı. Sonraları sahne sanatlarına merak sarmış, eğitimler almış,  kendine özel bir tiyatroda iş bulmuştu.

Oynadığı rollerin üzerine yapışan parçalarıyla katmanlaşarak gelişmiş, büründüğü kadınların hikâyelerinden bölümleri kendi hayatına monte etmiş böylece hepsinden daha zengin bir insan olmuştu.

Sonuncu telefonuna gelen bir mesajla ilgilenirken kardeşinin yüzüne bakmaya devam etti.   Genç kızlığının sonlarına yaklaşmakta olmasına rağmen hala ergen havasını koruyordu.  Gözkapaklarının bittiği yerden başlayan takma kirpikleri olmasa lise öğrencisi gibiydi. Güzeldi. Dünden kalan makyaj artıkları bile albenisini bozamamıştı. Elini uzatıp kara renkli, parlak kirpiklere dokundu. Dudakları arasından kelimeler döküldü. “Müjganla ben ağlaşırdık…” Sonuncu telefondan başını kaldırıp ablasına baktı. Bir kaşı muzip bir şekilde havada, ifadesinde kim bilir hangi oyundan kalma bir rol sinmiş gibiydi.

Sevda yüzündeki çizgileri daha da belirginleştiren bir gülümsemeyle neredeyse soğumuş olan kahvesinden bir yudum aldı.

“Biliyor musun? Ben küçükken bu şiiri böyle anlamamıştım. Hep bizim Müjgan yengeyle birisinin karşılıklı ağladığını zannetmiştim.”

İki kardeş bir süre konuşmadan oturdular. Aralarında sesiz bir iletişim vardı sanki. İkisi de aynı şeyi düşünüyor, aynı yürek çarpıntısıyla bu işten nasıl kazasız belasız kurtulacaklarının planlarını yapıyor ama birbirlerine bir türlü ne yapabileceklerini soramıyorlardı.

Garson boşları almak için masaya geldi “Başka bir arzunuz var mı?” diye sorunca ikisi de “Tatlı” diye aynı anda cevap verdi.  Öyle ya, kadınların kaçış rotaları ya kuaför ya çikolata değil miydi? Krokanlı, kakaolu pasta söylediler.

Bu kez Sonuncu kararlı bir şekilde konuşmaya başladı. “Ablama nasıl söyleyeceğiz?”

“Bir şekilde öğrenecek, yakında her şey ortaya çıkar zaten. Kadının karnı burnundaydı. O Birinci’nin herkesi küçümseyen, insanları her fırsatta eleştiren, zalim ve duygusuz halinin alacağı şekli çok merak ediyorum” dedikten sonra pastasından bir parçayı ağzına attı ilk çiğnemede krokan dişini acıtınca yüzünü buruşturdu.

“İşte, Birinciye gitmek için bir bahanemiz oldu, hadi buradan doğruca muayenehaneye gidelim. Hem dişime bakar hem de belki konuşma fırsatı buluruz.”

Takside yan yana oturdular. Sigara içmek istediler, taksici izin vermedi.

Sonuncu, “Nasıl karşılayacak acaba?” diye sordu ablasına diğer ablasının tavrını merak ederek.

En büyük abla ailenin birinci çocuğuydu. Babaları onu hep “Benim birincim” diye sever, tıp okuduğu için ailenin içten içe gurur duyduğu tek çocuk olduğunu herkes bilirdi. En küçük kardeşlerini de “Sonuncu” diye çağırırdı. Ortanca kardeşin hiçbir adı yoktu. Ona sadece Sevda denirdi.

Sevda, “Aman dişimi muayene ettikten sonra söyleyelim, ne olur ne olmaz” dedikten sonra iki kardeş birbirlerine bakarak gülmeye başladılar. Muayenehaneye yaklaşınca yeniden içlerini bir kasvet kapladı.

Sonuncu ablasına sordu. “Sence nasıl karşılayacak?”

Sevda, “Eminin mağrur ve zalim halinden zerre uzaklaşmayacak, hatta belki de bizi suçlayacak, bir şekilde zeytinyağ gibi üste çıkacaktır. Beni bile işbirlikçilikle itham edebilir.  Bak demedi deme.”

“Yok artık. Böyle bir durumda da mı?”

“Buradan çıkarken bu konuyu tekrar konuşuruz, o zaman ne demek istediğimi anlarsın.”

Asansörün düğmesine basıp beklemeye başladılar. Sevda elini sızlayan dişinin üzerinde gezdirerek heyecanını bastırmaya çalıştı.  Ne zaman bu asansöre binse bu duyguyu yaşıyordu.

Asistan kız kapıyı açtı, ürkek bakışlarla iki kadına bekleme salonuna kadar eşlik etti.  Muayenehanede kimse yoktu. Oysa hafta sonu burası çok kalabalık olurdu.

Birkaç dakika sonra ablaları kız kardeşlerinin yanına geldi.  Her zamankinin aksine göz makyajı yer yer akmış, saçının o sımsıkı topuzu da bayağı gevşemişti.

“Hayırdır, sabah sabah?”

Sonuncu, hiç eğip bükmeden lafa girdi. “Abla eniştemi bu sabah Sevda ablamın evinde bir kadınla yakaladık.”

Sevda, kız kardeşine sitemkâr bir bakış atarak; “Biz değil ben yakaladım.”

Sonuncu “Ne fark eder? Sonuçta bir kadınla yakalanmış mı yakalanmamış mı?” diye mırıldandı.

Birinci, elinde tuttuğu su şişesini açarak bir dikişte bitirdi. Sonra derin bir nefes alarak Sevda’ya sordu.

“Neden senin evinde?”

Bunu sorarken o mağrur ve küçümseyen tavrına bir de suçlayıcı bakışlar eklenmişti.

Sevda ve Sonuncu bir süre suskun kaldıktan sonra; Sevda söze girdi.

“Bu durumda sorulacak ilk soru bu mu sence ?”

Birinci,  bekleme salonunu bir aşağı bir yukarı huzursuzca adımlarken girişteki boy aynasının önünde durup saçlarını önce açtı elleriyle karmakarışık yapıp başını öne doğru eğdi sonra kuvvetlice geriye atıp kendi yansımasına beğeniyle baktı. Uzaktan onu izleyen biri sanki plajda denizden çıkan ve saçlarını düzelten birinin ruh haline sahip olduğunu düşünebilirdi. Oysa Sevda gözlerinde çakan şimşekleri en iyi görebilen biri olarak onun ne halde olduğunu anlayabiliyordu. Muhtemelen eniştesi karısını arayarak durumu baldızından önce ilan etmek zorunda kalmıştı.

Sevda sakince anlatmaya başladı.

“Eniştem benden anahtarı istedi,  kavga ettiğinizi, biraz yalnız kalmak istediğini, senin onu benim evimde olacağını tahmin etmeyeceğini söyledi.”

“Etmezdim evet.”

“Ben de beni böyle bir nedenden dolayı kullanmasını tahmin etmezdim.”

“Safsındır sen, bak Sonuncu’ya yapabildi mi?”

Sevda ve Sonuncu artık konuyu Birinci’nin bildiğinde emin oldular, ancak diğerinden haberdar olup olmama konusunda kararsızdılar.

Birinci, iki kardeşinin yanına yaklaşıp fısıldayarak “Başka yetiştireceğiniz dedikodu yoksa şimdi yalnız kalmak istiyorum” dedi.

Sonuncu tam bir şey söylemeye hazırlanıyordu ki Sevda kolunu tutarak onu susturdu.

“Yok. Bitti. Bize ihtiyacın olursa her zaman yanında olduğumuzu bilmeni isteriz” diyerek ayağa kalkıp muayenehanenin çıkışına doğru yöneldiler.

Birinci, genişçe birkaç adım atarak önlerine dikilip genzinden gelen boğuk bir sesle haykırdı.

“Siz mi benim yanımda olacaksınız? Ne kadar keyifli olduğunuzu görmüyor muyum sanıyorsunuz?  Hep benim mutsuz olmamı istediniz ama: işte artık ben de mutsuzum diyeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Sen; biliyordun, çünkü onları evinde buluşturuyordun.  Ama ben onun birinci kadınıyım. Bana geri dönecek. Ben her zaman birinciyim. Ben ailemin de birincisiyim. Ben okulu da birincilikle bitirdim. Ben…”

Sevda ve Sonuncu onu ben’leri ve egosuyla baş başa bırakarak asansöre binip zemin kat düğmesine bastılar.

Sevda, “Demedim mi ben?”

Sonuncu “ Duyduklarıma inanamadım ama o gözlerindeki zalim bakışları görünce işte o zaman ne demek istediğini anladım” dedi. İlk buldukları taksiye atlayıp uzaklaştılar.

 

Oya ENGİN/11.01.2023, Beykoz

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.