Ah Şu Çocuklar…

 

Bu yıl 37. si Yapılan Tüyap İstanbul Uluslararası Kitap Fuarı’na  her yıl okur olarak katılırım. Taksim meydanındaki büyük otelin altında açıldığı yıllardan beri. Uluslararası kimlik de kazanmasıyla oldukça gelişen fuar katılımcılar ve ziyaretçiler açısından ayrıcalıklı bir hale geldi.

Tam  otuz yedi yıl. Bazıları için koca bir ömür, bazıları içinse göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir süre. Son dört yıldır yazar olarak katıldığım fuarda çocuk kitabı yazarı olduğum için haliyle daha çok çocuklarla haşır neşirim. Yetişkinler ile de iletişim halindeyim elbette. Bu yıl yine iki gün imza günüm vardı. Okullarıyla gelen, aileleriyle gelen ve tek başlarına gelen, hepsi çok özel ve değerli çocuklar.

Geçen yıllarda da katıldığım fuarlarda aklımda kalan bazı dialogları yazılarım arayıcılığıyla okurlara aktardığımdan bu yıl da yine beni etkileyen birkaç tanesini aktarmak isterim.

*

Bu yıl yayınevim çocuk kitaplarının üzerine, renkli minik jelatinli şekerlerden serpiştirmiş. Çocuklar kitaplarla ilgilenirken bir yandan da şeker yediler. Ben de…

Birkaç öğrenci, kol kola gezerken şekerleri görüp birbirlerine bir şeyler fısıldadılar.

-Alabilirsiniz, dedim.

-Beleş mi? Diye sordu biri.

Bu kelime beni çok rahatsız ediyor. -Ücretsiz veya hediye desek.

-Beleş işte.

-Hayır, biz size bu şekerleri hediye olarak veriyoruz. Alabilirsiniz.

Beleş mi diye soran çocuk avuçla aldı.  Bir diğeri tek bir şeker aldı. Avuçla alan arkadaşının ardına saklanarak bir tane aldığını sessizce gösterdi.

*

Tek başına gezen on iki yaşlarında bir kız çocuğu kendinden emin adımlarla standa yaklaştı ve kitaplara bakmaya  başladı.  Yaş aralığına uygun olduğundan Ay Işığında Oynayan Balıklar’ı önerdim. Kitabı eline dahi almadan, -Basit kitaplar okumuyorum, dedi.

Aslında başka bir şey söylemek istedi. Daha farklı kitaplar okuduğunu, yaşının üzerinde bir okuma çizgisinin olduğunu anlatmaya çalıştı.

-Peki, İstanbul Boğazının altından geçen aktif bir su nehri olduğunu hiç duydun mu?

Şaşırarak baktı. –A aaa! Öyle bir şey olabilir mi?

-Belki bazen basit kitaplar da okumak gerekebilir. Nasıl sürprizlerle karşılaşacağını bilemezsin.

Hiçbir şey söylemeden gitti. Giderken eline aldığı şekeri de geri bıraktı. Sıkı bir okur olduğu için onu çok sevdim.

*

Bir özel okul öğrencileri fuarı gezmiş ve alış verişlerini tamamlamışlardı. Sanırım servis saatlerinin gelmesin bekleyeceklerdi. Bizim standın karşısına yere oturup hem aldıkları kitapları incelemeye başladılar hem de fotoğraf çekiyorlardı. Aralarından iki çocuk yanıma geldi. Kitaplarımı incelemeye başladılar. Bir süre sonra bir tanesi,

–Neden bizi önce buraya getirmediler sanki?  Bunu almak istiyorum ama param kalmadı, diye söylenmeye başladı.

Gülümsedim.

-Ama çok güzel kitaplar almışsınız zaten.

-Hayır ben bunu almak istiyorum.

Öyle üzgündü ki… Ne yapsam bilemedim. –Sana hediye etmemi ister misin?

Birden dikleşti, -Hayır annem izin vermez.

-O zaman şöyle yapalım. Sen burada okumaya başla, hikâyeyi seversen sonra annen sana bu kitabı satın alır. Anlaştık. İki çocuk yaklaşık yarım saat kadar okuma yaptılar.

 

*

Tek başına gezen çocuklar konuşuyor, sorular soruyor ve kendi tercihlerine göre kitap satın alıyorlar. Bağımsız gezen iki çocuk yanıma yaklaştı, hem sohbet ediyoruz hem de kitapları inceliyorlar. Bir tanesinin Fısıldayan Zeytin Ağacı çok ilgisini çekti. Çizimlerine baktı, içinden bir sayfa okudu. Troya yılına da uygun olduğunu söyledim. -Keşke alabilsem, dedi.

En çok sorduğumuz soru. -Paraları bitirdiniz mi?

-Yok, var daha. Ama evden sıkı sıkı tembihlediler. Para üstü getir diye. Cuma günü tekrar geleceğiz. O zaman alırım. Ama imzalı olsaydı daha iyi olacaktı.

*

Ah şu çocuklar…

Yine de şanslılar. Böyle bir organizasyonun içinde olabildikleri için.  Hepsini sevgiyle kucaklıyorum. Kitap dolu günler hiç bitmesin. Herkes için olsun edebiyat.

 

Oya ENGİN/20 Kasım 2018, İstanbul

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.