Bira ve Patatis…

 

 

Demet bir an önce dosyalarını toparlayıp ofisten çıkmak istiyordu. Bir sürü aksilik üst üste gelmiş, bir de sekreteri ofis içinde geçirdiği bir kaza sonucu ayak bileğini incitmişti. Bir süre bazı işleri yanlız yürütmesi gerekeceğinden canı bir hayli sıkkındı..

Bilgisayarını kapatırken direkt telefonu çaldı. İsteksizce açtı. Bir erkek kendisine adıyla samimi bir tonda hitap ediyor, hal hatır soruyordu. Tanıyamamıştı, “kimsiniz” dedi. Erkek kendisini tanıttı.

-Ben Barış Acar.. Sizinle bir mesele hakkında yüz yüze görüşmek istiyorum.

-Konu neydi?

-Konu özel.Yüz yüze görüşmemiz lazım.

-Beyefendi özelden kastınız nedir? Ne istiyorsunuz benden?

-Hiç bir şey, sizinle konuşmak, tanışmak istiyorum.  Geçen gün bir kokteylde gördüm sizi ve çok beğendim.

Demet sinirlenmeye başlamıştı. Hala var mıydı böyle bayat numaralar?  Zaten zor bir gün geçirmiş, üstelik canı da bir hayli sıkkınken böyle zevzek bir  muhabbeti daha fazla dinleyemeyeceğinden telefonu “Kusura bakmayın, müsait değilim” diyerek kapattı.

Ertesi gün  akşam  üstü saatlerinde aynı erkek aynı ısrarcılıkla tekrar aradı. Yine aynı şekilde fakat bu sefer  kendi yaşamından kesitler vererek  görüşme isteğini tekrarladı. Demet şaşkındı. Erkek nasıl bir yaşam tarzına sahip olduğunu biliyordu. Birden ürktü. Ya kötü bir şakaydı ya da tehlikeli bir adamla karşı karşıyaydı. İçin bir sıkıntı kapladı. Bir bu eksikti. Böyle şeyler filmlerde olmuyor muydu? Eğer şaka değilse gerçek hayatta da böyle şeyler oluyormuş demek ki diyerek telefonu adamın yüzüne kapattı. Yüz vermezsem belki vazgeçer diye düşündü..

Ertesi gün bu sefer sabah saatlerinde aradı. O sırada odasında yakın çalışma arkadaşıyla keyifli bir sohbet eşliğinde sabah kahvesini içiyordu.  Telefonda o sesi duyunca yine o sıkıcı duygu sardı bedenini. İnce bir ter kapladı vücudunu. Arkadaşı önce bir şey anlamadı. Eline gelişi güzel bir dergi almış konuşmanın bitmesini bekliyordu.

“Nedir bu ısrarınız beyefendi? Bu zamanda var mı böyle bir şey? Kaç yaşında insanlarız. Öyle seni şurada gördüm beğendim,burada gördüm, görüşelim demek var mı? Benim ofisimi biliyorsunuz madem . Gelin öyleyse burada size bir kahve ikram edeyim. Neyse bana söylemek istediğiniz. Söylersiniz olur biter”

diye sert bir tonla konuşunca arkadaşı da tuhaf bir durum olduğunu hissetti. Elindeki dergiyi bıraktı,  dikkatlice konuşmayı dinlemek istediğini fısıldadı  ve hoparlörü açtırdı.. “Biraz daha konuştur” diye sessizce el işareti yaptı.

Demet arkadaşının konuya dahil olmasından dolayı birden ferahladığını hissetti. Derin bir nefes aldı ve telefondaki erkeğe,

-Barış Bey, sizin amacınız benimle tanışmak mı nedir? Bana açıklama yapar mısınız..

-Evet Demet Hanım, bir yemek yiyelim. Size söylemek istediklerim var. Ben  korkulacak ya da görüşülmeyecek bir insan değilim. Amerika’dan yeni geldim. ………..Üniversitesinin yeni  atanacak dekanıyım. Hukuk Profesörüyüm. Sizi geçen bir kokteylde gördüğümü daha önce söyledim.(Demet geçenlerde  bir kokteyle katılmıştı gerçekten.)  Siz medeni bir insansınız neden bir yemek yemekten bu kadar çekiniyorsunuz?Sonuçta ikimiz de eğitimli, belli bir kariyeri olan insanlarız. Bir, iki saat yemek yemekten ne sakınca olabilir? Konuyu bu kadar uzatmanıza bir anlam veremedim zaten… Ne dersiniz? İsterseniz yerini siz seçin ben oraya geleyim.Tanışalım.

Kadın hoparlörden konuşmayı dikkatle dinleyen arkadaşına baktı ve başını olur anlamında sallayan Nihat’tan güç alarak,

-Peki tamam. Bu Cuma akşamı Tünel’deki Fransız restaurantına bir akşam yemeği rezervasyonu yaptırın.

Erkek bir an durdu. Sonra aceleyle cevap verdi.

-A evet. Orayı biliyorum. Yanlız şöyle yapsak. Ben yıllardır dışarıdayım. Uzun zamandır Türk mutfağına hasretim. Daha bizden lezzetleri olan bir yere gitsek diyorum. Örneğin yine Taksim de başka bir restaurant var. Kazancı yokuşunun baş tarafında, hani şu merdivenli olan.  Sahiplerini de tanırım. Oraya gidelim mi?

Nihat’a baktı. Arkadaşı “Olur” diye fısıldadı.

– Olur benim için fark etmez. Sonuçta bir saatlik bir yemek. Neresi olursa olabilir. Cuma akşamı saat 19.00 civarı o restaurantta görüşürüz. Sizi nasıl tanıyacağım?

-Ben sizin yanınıza gelirim. Elinizde o her Cuma akşamı aldığınız pembe karanfillerle yine çok güzel görüneceğinizden eminim. Görüşmek üzere…

Demet bir an kanının donduğunu hissetti. Her Cuma iş yerinin önündeki çiçekçi kadından pembe karanfil alırdı. Demek adam bunu da biliyordu.

Arkadaşıyla göz göze geldiler. Nihat ona; sakin olmasını bunun sıradan bir şey olduğunu, böyle şeylerin her kadının başına gelebileceğini, konuyu paranoya boyutuna taşımamasını tembihledi ve Cuma akşamı kendisininde o restaurantta olacağını söyledi. Hatta her hangi bir terslik anında hemen müdahale edeceğini belirtti. Demet rahatlamıştı. Nihat çok iyi çocuktu zaten. Yıllardır beraber çalışırlardı.  Şimdilik bu konudan kimseye bahsetmemeye karar verdiler. Demet, Nihat’ın da o gece yanında olacağının verdiği güvenle rahatlamış ve soğuyan kahvelerinin yerine yenisini istedi, sohbetlerine kaldıkları yerden ama huzursuz bir şekilde devam ettiler.

İki gün zor geçti. Cuma sabahı garip bir huzursuzlukla başlayan gün, öğle saatlerinde Barış Acar’ın gelen telefonuyla gergin bir hal aldı. Adam programda bir değişiklik olup olmadığını soruyor, yemeğin gerçekleşeceğinden emin olmak istiyordu.

Öğleden sonraki toplantı çok sıkıcı geçti. Demet gündemi kısa kesti. Kararları bir sonraki toplantıya bıraktı. Nihat’a toplantı sonrası odasına gelmesini söyledi ve internetten üniversiteyle ilgili bir araştırma yapmaya karar verdi. Arama motoruna Barış Acar yazdı. Bir yazar çıkıyordu. Ancak üniversite yönetimiyle ilgili bir şey yoktu. Eğitim camiasına da uzaktı. Hiç ilgisi yoktu. Dekanı değişecek miydi okulun, hiç duymamıştı. “Neyse” dedi, “Akşama ak koyun kara koyun belli olur. Mesele neymiş anlarız. ”

Akşam 18.30 civarı ofisten ayrıldı. Nihat önden gitmişti. İki arkadaşını daha çağırmıştı. Tek başına masada dikkat çekmeyeyim. Biz de grup olursak daha iyi olur demişti. Arkadaşlarıyla buluşmaya gitmişti. Onlar önceden gidip oturacaklardı.

Demet o Cuma karanfil almadan geçti çiçekçi kadının tezgahının önünden. Kadın şaşırdı.

Restaurantın önüne geldiğinde derin bir nefes aldı. “Bu adamın gerçek niyetini öğrenip bu sorundan kurtulmam lazım” diyerek içeri girdi.

Daha önceden de gelmişti buraya, vasat ürünleri olan daha çok içki içilen, fazla sevmediği bir yerdi. Ofis çalışanlarıyla bir, iki  kere gelmişler bira içmişlerdi. Sevmemişti zaten burayı. Çok kalabalık olurdu, hele  hafta sonuysa.  Dev ekranı vardı. Maç izleniyordu. Daha çok erkeklere hitap eden bir mekan olarak görmüştü burasını.

Kapıda ayakta durdu. İçeriye baktı. Gözleri Nihat’ları aradı, gördü. Çok rahatlamıştı. Çok severdi Nihat’ı zaten. “Aferim çocuğa” dedi içinden. Kendi gibi derli toplu efendi görünümlü iki arkadaşıyla kendi hallerine dalmış gibi bira içiyorlar sohbet ediyorlardı. Nihat da onu gördü,  belli belirsiz gülümsedi ve arkadaşlarına dönerek birasından kocaman bir yudum aldı.

O sırada Nihat’ların masasının üç masa ötesinde bir adam ayağa kalkmış kendine doğru geliyordu. Acemice ceketinin önünü iliklemeye çalışarak. Anladı ki bu akşamki yemek yiyeceği Barış Acar oydu. 45 yaşlarında tıknaz, alnının hemen hemen ortasından başlayan kırlaşmış kıvırcık saçlı,  keskin yüz hatları olan ve kırışık ciltli bir adamdı. Üstüne bir iki numara büyük gelen  nezaket gösterileriyle kendisini kapıdan alıp masalarına doğru götürdü.

Masaya otururken abartılı bir hareketle Demet’in elini öpmeye kalkıştı ama Demet elini nazikçe çektiğinden öpemedi.

Bu adam yıllarca Amerika’da yaşamış bir akademisyen olamazdı. Kılığı, hali, hareketleri çok başkaydı. Bir üniversite dekanı olacak adam bu kıyafetleri giymezdi. Ucuz, taklit markalı kıyafetler, üstelik kirli ve eprimiş  haliyle bir kadınla yemeğe çıkarken giyilecek şeyler değildi.

Sohbet başladı. Adam oturur oturmaz İngilizce kelimelerle süslenmiş bir iki şey söyledi. Hemen bir fıkra anlattı. Bu gece Demet’in çok güzel göründüğünü ima etti. Adamın şiveli, akıcı ve nüktedan bir konuşması vardı. Önden birer bira ısmarladılar.. Adam devamlı konu içine meşhur insanları sıkıştırıyor, falanca ile geçen akşam yemek yerken, filanca ile kahve içerken , şununla golf oynarken diye bir şeyler anlatıyordu. Yemek siparişi almak için garson geldiğinde  Demet yemeği Barış Acar’ın seçmesini istedi. Gördü ki adam bira, patates, sosis, sigara böreği, kuru yemiş tarzı yiyecekler sipariş ediyor ve  çok basit, sıradan bir mönüyle akşamı geçirmeyi planlıyor. Adamın sipariş verirken patatese, patatis demesi çok dikkatini çekti. Fransızca ve İngilizceyi  mükemmel konuştuğunu söyleyen bir kişi  daha ana dilini doğru dürüst konuşamıyordu.

Telefonunu çantasından çıkardı ve Nihat’a kısa bir mesaj attı. Akabinde gelen cevabı okudu. Barış Acar, bir psikolog edasıyla Demet’e neden bekâr olduğunu, yaşamın yanlız çekilemeyeceğini, kadınların hayatlarında bir erkek arkadaşa erkeklerinde mutlaka bir kadın arkadaşa ihtiyacı olduğundan dem vurmaya başladı. Demet adama hayat hikayesini dinlemek istediğini söyleyince melodram tarzında yazılmış bir senaryoyu dinlemeye başladı.

Aynı zamanda Amerikan vatandaşı da olan Barış Acar karısı, iki çocuğu ile bir hafta sonu gezisinden dönerken yaşamış oldukları trafik kazası neticesi ailesini kaybetmiş bir erkek olduğunu, bu trajediden sonra Amerika’da kalamadığını, tam da bu dönemde ………… Üniversite’sinden gelen dekanlık teklifini kabul ettiğini,  önümüzdeki hafta göreve başlayacağını v.s v.s anlatıp durdu. Hatta bu kazanın Türkiye’de de çok yankı bulduğunu, ünlü akademisyenin acı günü başlığı altında haberlerde defalarca gösterildiğini falan da söyledi. Ama Demet’in bunlardan hiç haberi yoktu.  Bu arada adam ilk on dakika içinde iki kocaman bardak birayı bitirmişti.

Demet çok rahattı artık. Karşısında zavallı bir adam oturuyordu. Bir sahtekâr. Bir dolandırıcı. Ama Demet’in anlayamadığı  kendisinin bu işe nasıl bulaştığı, neden bu adam tarafından seçildiğiydi. Artık bunu çözmek için uğraşacaktı. Nihat’a durumu özetleyen bir mesaj daha çekti. Gelen cevap çok rahatlatıcıydı.

Bir saat sonunda adam yedi bardak bira içmişti ve hâlâ geldiği gibi aklı başında, hâlâ palavralarını art arda sıralamakla meşguldu. Konuştukça bakımsız, yarı çürük dişleri ortaya çıkıyor, kaba elleri çatal bıçak kullanırken sırıtıyordu, yemek yerken ağzının şapırtısı da başka bir alemdi. Kaşla göz arasında Demet’e evlenme bile teklif etmişti.

Yemek böyle art arda süregelen palavra bombardımanı altında sona erdi. Sıra hesabı ödemeye geldi. En eğlenceli kısım şimdi başlıyordu. Ünlü akademisyen hesap fişine baktıktan sonra acemi bir  oyuncudan biraz daha hallice bir rol sergilemeye başladı.

-Aman Tanrım, belki de Oh My God. Demet orasını pek fark edemedi. Çok eğleniyordu. Profesör Barış Acar; geleceğin dekanı, oturmuş olduğu sandalyede bir sağa bir sola dönüyor arada zıplıyor, “Eyvah, eyvahlar olsun gitti gitti, her şeyim gitti…” diye dövünüyordu. Senaryo gereği  muhtemelen cüzdanını geldiği takside düşürmüş ya da ona benzer bir şey ve doğal olarak beş parasız kalmıştı. Hesabı ödeyemeyecekti.

Demet zaten meseleyi anlamış olduğundan “Aşk olsun Barış Bey, bir hesabın lafı mı olur bu seferlik ben ödeyeyim, bir dahakini siz ödersiniz ” diyerek hemen hesabı nakit olarak ödedi. Barış Bey devamlı özür dileyerek  Demet’e iş yerine pembe karanfillerle geleceğini ve bu parayı kendisine ödeyeceğini defalarca söyledi..

Çıkışta süklüm püklüm akademisyen son bombayı da patlattı..

-Demet Hanım, benim acilen Amerikan Konsolosluğuna gitmem lazım. Kimliğimi kaybettiğimi bildirmem gerekiyor. Bana bir taksi parası verebilir misiniz?

O sırada  hemen arkalarından  çıkan Nihat yanlarına geldi, Demet’le  samimi bir şekilde selamlaşınca ünlü akademisyen Barış Bey alelacele vedalaşarak  arkasına bile bakmadan uzaklaştı. Bu konuda böylece kapandı ; dost meclislerinde anlattıkları tatlı bir anı olarak kaldı, ta ki altı ay kadar sonra gelen bir telefona kadar.

Bir akşam ulusal kanallardan birinde yayınlanan ana haber bülteninde bu zat yaptığı  işlerden dolayı ahlak zabıtası tarafından bir banka müdiresi ile yemek yerken yakalanmış ve görüntüleri yayınlanırken de Nihat Demet’i arayarak  ” Tv yi aç senin profesör haberlerde” demişti.

“Ünlü akademisyen” iki polisin kolları arasında “Ne yapayım ben üst düzey yönetici kadınları seviyorum… Onlara kendimi telefonla önemli biri olarak tanıtıyor ve çok ısrar ediyorum… Bir yemek yiyoruz,  bir daha asla aramıyorum… Ne var bunda?  Kimseye bir kötülüğün yok ki benim, ben sadece kadınlarla yemek yemek istiyorum… Onlara hiç bir şey yapmıyorum… Kendi halimde bir insanım ben …Bırakın beni” diye yalvarıp duruyordu.

Bu olayın üzerinde yaklaşık yedi sekiz yıl geçtikten sonra bir gün Demet’e çok yakın bir kadın arkadaşı telefon açtı. “Senin akademisyen benim şirketime  geldi bugün. Şimdi de emlak imparatoru olmuş… Benimle yemeğe çıkmak istiyor ne dersin çıkayım mı?”

İki arkadaş gözlerinden yaşlar gelerek gülmekten bitap düştüler ve Taksim’de bir Cuma akşamı bira ve patatis yemek üzere buluşmaya karar verdiler…

 

Oya ENGİN/ 26.02.2013, Taksim

 

 

Comments are closed.