Tag: aşk

Severek Ayrılalım

“Severek ayrılalım,
Aşka hasret kalalım…”

Uyumakla uyumamak arasında televizyonda ne var diye bakınırken şarkıyı oynamakta olan bir filmden duydum. Sanırım filmin adı da şarkıyla aynıydı. Geniş caddelerde hızla geçen eski model araçların olduğu anda gözüm takıldı ekrana. Değişen ilk sahnede esas kadın; saçları krepe yapılarak kabartılmış, bol paçalı pantolonu üzerine giydiği uzun yeleğiyle Paris’te olduğunu anladığım bir kavşaktaki heykelin çevresinde dalgın bir şekilde dolaşmaktaydı. Esas adam, bu sırada kadını gördü ve vakur adımlarla yanına yaklaştı. Esas kadının hafif nemli gözleri esas adamın şimşek gibi çakan bakışlarıyla karşılaştı. Fonda müzik güçlendi.

“Severek ayrılalım,
Aşka hasret kalalım”

Şarkı sözlerinden ve filmin adından anladığım kadarıyla bu iki aşık birbirlerini çok severken ayrılmışlar. Fakat bizim hınzır felek boş durmamış. Koskoca Avrupanın o kadar şehrinin içinde; aynı günde aynı dakikalarda aynı heykelin etrafında bu bedbaht iki aşığı buluşturuvermiş.

Sevdiği erkeği karşısında gören esas kadın, heykelin etrafında ters yöne doğru yürümeye başladı ancak esas adam, ısrarcıydı. Kadını yakaladı ancak kadın çevikti. Adamın çelik gibi güçlü kollarından kurtuldu ve  koşarak uzaklaştı. Müzik yüksek perdeden eşlik ediyor.

Devamını oku ►

Pudra Aşık Oldu…

 

 

Parkın kapısından girer girmez gördü onu. Güneşte parlayan tüylerinin güzelliğinin farkındaki edasıyla, tasmasını tutan huzursuz bir bekleyişte olan kadının yanında kıpırdamadan duruyordu. Hafifçe esen rüzgâr uzun tüylerini uçuşturuyor bu da onun güzelliğine güzellik katıyordu.

Pudra ilk görüşte hayran olduğu bu güzelliğe doğru yürüyüşünü hızlandırdı ama sahibi kendisi kadar istekli değildi. Bir iki hamle sonra tasması boynunu acıtınca adımlarını yanındakine uydurmak zorunda kaldı. Birlikte sakin adımlarla kendilerini bekleyenlere doğru ilerlediler.

Devamını oku ►

Aşk…


Aşk…♥

 

Üç harfli kısacık bir kelime. Kısa ama belki de dünyanın en uzun hikâyelerini içine sığdırıyor. Kim istemez ki aşık olmayı,  sevda ateşinde yanmayı, bu ateş içinde soğumayı.

Çocuktum ama  okuduğum kitaplardan aşkı çoktan duymuştum. Gerçek aşkla tanışmam ise tatlı bir tesadüfle oldu.

Apartmanımızda boşalan bir daireye  taşınan yaşı biraz büyük bir kadın, genç bir adam. Karşı kapı komşumuz oldular. Kiralık dairenin anahtarı bizdeydi. Babamla beraber gösterdik evi. Tuttular.  O gün karı koca olduklarını anlayamamış babam. Sonra çok yakın iki aile olduk, çok şey paylaştık.

Aşkın yaşı olmadığını onlardan öğrendim. Çok sevmek için kuralları yoktu. Adam karısına çok düşkündü. Kadın da kocasına. Bahar gelince Pazar günleri   bisikletle gezmeğe giderlerdi. Dönüş saatlerini beklerdim cam önünde. Kırlardan geldikleri belli olurdu. Rengârenk çiçekler bazen kadının kucağında dağınık bir buket bazen de saçlarında taç olurdu. Belki de kendi kurallarını kendileri koydukları için mutluydular. Onlara tanıklık ederek büyüdüm ben. Aşk hep yanı başımdaydı. Bir hafta sonu kahvaltısında, bir pazar filesinde, bir bisiklet selesinde, huzurlu bir yüzü çevreleyen bukleler arasında…♥

Başka mahalleye taşındıklarında aşkın görünür hali de hayatımdan uzaklaştı.  Büyülü bir rüya onlarla beraber bitti. Sık sık görüştüğümüz oluyordu ama sihir bozulmuştu bir kere.

Sonra ben biraz daha büyüdüm.  Mahalle  bir aşk dedikodusuyla çalkalanmaya başladı. Bizim apartmanın sahibi karşı apartmanda oturan bir  kadınla aşk yaşıyormuş. Olaylar, olaylar…

Çıkan olaylardan bildiğim aşk anlam değiştirdi. Benim büyülü hikayemin yerini kırıcı, yok edici, yasaklarla örülmüş başka bir hikaye almıştı artık. Aşkın bazen çok kötü sonuçlar doğurduğunu çok erken öğrendim.

İlk gençlik yıllarımın başlarında mahallemizde sıradan bir günde bizi çok şaşırtan bir şey oldu. Gazetelerde, dergilerde boy boy fotoğrafını gördüğümüz, gazino neonlarında adını rengarenk izlediğimiz  televizyon programlarında izlediğimiz bir sanatçı bizim apartmana geldi. Çatı katındaki ailenin kızına aşık olmuş. Evlendiler.  O ve çatıdaki kızla her hafta apartman merdivenlerinde karşılaşıyorum. Belki de karşılaşmak için fırsat kolluyorum. Sevecen bakışlarla gülüşüyoruz.  Karısını, karısının ailesini çok seviyor. Aşk başka bir boyut kazandı. Aşka güveniyorum.

Bir kaç yıl sonra çatıdaki kız hastalandı. Bir süre tedavi gördükten sonra öldü.  O güne kadar çok mutlu görüntülerini gördüğümüz sanatçı  hemen yeniden evlendi. Aşka inancım sarsılıyor. Daha geçen yıl karısıyla bir mekanda öpüşürlerken televizyonda görmemiş miydim? Demek ki aşk bir var bir yokmuş.

Aşk ne zaman doğru, ne zaman güzel, ne zaman kötü, ne zaman var, ne zaman yok?

Oya ENGİN/26.01.2016, İstanbul

Eleni ve Sevgilisi…

 

 

 

 

Eleni. Çok güzeldir.

Bir o kadar da ağırbaşlı. Hani derler ya,  hanım hanımcık. İşte tam da öyle.

Sessizdir. Hep yere bakar gözleri. Seslenirsen, nazlı nazlı başını kaldırır bakar sana, boncuk yeşili  sürmeli gözleriyle.

Rum bir ailenin yanında büyümüş. Ona Eleni ismini koymuşlar. Mahalleli de pek seviyor. En yakın arkadaşı otoparkçı Oktay. Onun yanından hiç ayrılmaz. Oktay sessiz, efendi, içine kapanık bir delikanlı. Belki de bu yüzden çok iyi anlaşıyorlar. İki sessiz kalp birleşip kocaman bir dünya yaratmışlar. Oktay, ha bire bir şeyler anlatır Eleni’ye. O da başı önünde dinler.

Ofisimin karşısında  ufak bir park var. Bütün gün orada otururlar. Yaz, kış demez yarenlik ederler. Yağmurlu günlerde şeffaf bir şemsiyenin altında buluşur gözleri. Oktay usulca başını okşar Eleni’nin. Ben de uzaktan izlerim bu mutlu tabloyu. Yanlarına gitmek isterim, ama çekinirim. Rahatsız etmek istemem.

Bu sabah fark ettim ki  Eleni kendine bir sevgili bulmuş. Bulmuş da, Eleni’ye bir haller olmuş.  O sakin, sessiz  Eleni gitmiş yerine fingirdek, cilvekeş biri gelmiş. Yürümesi bile  değişmiş.

Devamını oku ►