Kırık Kollu Berjer Koltuk

 

 

Cavidan; o gün alış veriş yapması gerektiğinden işten biraz erken çıktı.  Akşam liseden iki kız arkadaşıyla ev partisi yapacaklardı. Birkaç atıştırmalık, biraz içecek, nostaljik hikâyeler az biraz da dedikodudan ibaret küçük bir toplantı.

Hava ısırgan bir rüzgârla insanı üşütürken bir yandan da dinamik kılıyordu. Hızlı adımlarla markete ilerlerken kafasının içindeki yarın tamamlaması gereken raporun son maddeleri ile yardımcısının mutfak dolaplarının kapaklarının silip silmediği sorusu birbirine karıştı. Her seferinde sıkı sıkı tembihlemesine rağmen evi bir türlü istediği gibi temizlenmiyordu. Para istemeye gelirken iyi, iş yapmaya gelirken üstünkörü. Ah bir evinin kadını olamamıştı ki, her yeri kendi temizlesin. Yemeklerini istediği gibi pişirsin. Temizlik bezlerini iş bittikten sonra yıkayıp, çamaşırlığa boy sırasına göre dizsin.  Boy sırası çok önemliydi. Annesi yıllarca kızına  ev kadınlığını öğretmeye çalışırken, her defasında çamaşırların ipe boy sırasına göre dizilmesi gerektiğini söyleyip durmuştu. Olmamıştı bir türlü.  Evinin işini kendi yapabilen bir kadın olamamıştı. Yoğun iş yaşamının içinde neredeyse eve bile zor giriyordu. Uzunca bir süredir ev hayatına karşı bir özlem duymaya başladığını hissetti.

Markete girince doğru şarküteri kısmına yöneldi. Birkaç çeşit peynir aldı. Biraz da yeşil zeytin. Cipslerin olduğu rafların önündeyken telefonu çaldı. Arayan kızlardan biriydi. Açtı, ağlamaklı sesi duyunca telaşlandı.

“Ne oldu?” diye sordu.

“Ben gelemeyeceğim. Berbat durumdayım.”

“Neden? Birine bir şey mi oldu?”

Ağlamaklı sesin söyledikleri hıçkırıklar arasında anlaşılmaz bir hale gelince telefonu bir başkası aldı. Akşama gelecek kızlardan diğeriydi.

“Cavidan; durum çok fena. Bizimki kocayı biriyle yakalamış. Ben sana sonra anlatacağım. Bu geceyi iptal edelim.”

Telefonunu çantasına yerleştirirken “Yine mi ya!” diye mırıldandı kendi kendine. “Hiç mi bitmeyecek bu muhabbet?”

Aldıklarının parasını ödeyerek kendini dışarı attı. Ciğerlerini acıtacak kadar derin bir nefes aldı. Yüzüne çarpan rüzgâra şükretti. Boş boş çevresine bakındı.

Marketin hemen arka sokağında el yapımı ev eşyaları satan bir dükkân vardı. Ne zamandır gitmek istediği. Akşamki program iptal olduğuna göre, tam zamanıydı.

Dükkânın olduğu sokağa girince bir hareketlilik gözüne çarptı. Köşe başındaki kaldırıma gelişi güzel bırakılmış eski bir kanepe, sandalyeler, aslan ayak bir masa, zigon sehpa takımı, metal mutfak eşyaları, modası geçmiş bir elektrik süpürgesi, tüplü bir televizyon. Yıpranmış bir valiz içinde, bir kısmı yerlere saçılmış siyah beyaz fotoğraflar. El işlemesi yastıklar, minyon bir kadına ait olduğu belli ayakkabılar, döşemesi yer yer solmuş birinin kolu kırık iki berjer koltuk. Eşyaların çevresinde bekleşen el arabalı hurdacılar.

Tüm bu karışıklığın ortasında, bir yandan “Ne isterseniz alın bunların içinden” diye hurdacılara lütuf yaparcasına seslenirken bir yandan da telefonuyla konuşan uzun boylu genç bir kadın.

“Her şey, çer çöp. Bir tek kristalleri ayırdım. Başka bir şey de bulamadım zaten” diye durumu anlatıyordu.

Gideceği dükkân sahibi kadın da kapının önüne çıkmış olanları izliyordu. Müşterisinin peşinden içeri girerken, kendi kendine söylendi. “Ölmeye gör. İşte böyle ardından senin için kıymetli ne varsa bir anda çöp oluyor.”

Cavidan, çok beğendiği el örgüsü şapka ile tasarlanmış bir gece lâmbasının sarılı olduğu paketi kucaklayarak dükkândan dışarı çıktı.

Sokak sakinlemişti. Hurdacılar ne var ne yok yüklenmişler, kaldırımı bir anda boşaltmışlardı. Sadece kolu kırık berjer koltuk ve valizdeki siyah beyaz fotoğraflar kalmıştı. Eşyaların yanından geçerken fotoğraflara gözü takılınca bir an durakladı. Siyah kıvırcık saçlarının çevrelediği yüzüne yerleşmiş mütebessim bir gülüşle kendine bakan bir kadınla karşılaştı.  Sonra bir diğer fotoğrafa takıldı bakışları. Geriye doğru taranmış briyantinli saçları,  dudaklarının hemen üzerindeki incecik bıyığıyla zamanının yakışıklılarından olduğu belli bir adamın kolunda bu kez mahcup bir ifadeyle bakan aynı kadını gördü. Sonra kucağında bir bebekle, bir deniz kenarında, bir evin içinde, bir bahçede…

Fotoğrafların başından ayrılamadı. Eğildi, yere saçılmış olanlarından birini aldı eline. Başında kocaman beyaz bir kurdeleyle okul yıllarından kalma, artık yaşamayan bir kadının çocukluğuyla göz göze geldi. Tam o sırada apartman kapısından az evvel gördüğü uzun boylu kadın çıktı. Bir süre süzdükten sonra “İstiyorsanız alabilirsiniz onları” dedi, Cavidan’a.

Cavidan; “Ama bunları siz almalısınız” diye istem dışı cevapladı eğildiği yerden doğrulurken.

“Koyacak yer mi var? Zaten artık her şey dijitalleşti.”

Duygusuz bir gülüşle devam etti, “Şimdi moda ya bu siyah beyaz fotoğraflar. Belki sizin de işinize yarar” dedikten sonra kolu kırık berjer koltuğa bakarak, “Tontonun en sevdiği koltuğuydu. Dedemle bu berjerlerde ne çok kahve içip ne çok şey konuşmuşlar.” Bunları söylerken engel olamadığı bir hüzün dalgası yüzünden çabucak geçip gitti.

Genç kadının uzaklaşmasından sonra Cavidan, alış veriş poşeti, kucağında tuttuğu gece lâmbası, tek kolu kırık berjer koltuk ve valizdeki fotoğraflarla kaldırımın üzerinde kalakaldı. Beğendiği birkaç fotoğrafı alarak çantasına yerleştirdikten sonra berjer koltuğa ilişircesine oturdu.  Oturur oturmaz tiz bir kadın sesi duydu, karşı apartmanın üst kat pencerelerinden.

“Güzel değil. Kolu kırık. Sağlam olsaydı ben alacaktım.”

Sokağın başında bir taksi müşteri indirdi. Şoföre el etti. Berjer koltuğu bagaja yerleştirdiler. Adresi söyledi. Araç hareket edince geriye doğru dönüp baktı. Alışveriş poşetini valizin başında unutmuştu. O sırada yoldan geçen biri durdu. Önce valize sonra poşete baktı. Poşeti alıp hızla uzaklaştı.

Cavidan; berjer koltuğu temizlemek için daire kapısının dışında bırakıp içeri girdi.  Deterjanlı suyla geri geldiğinde apartman koridorunu garip bir koku sardığını fark etti. Koltuğa yaklaşıp  kokladı. İşte; zamanın kokusuydu bu. Gülkurusu bir rengi vardı döşemesinin. Uçuk yeşil renkte çiçeklerin arasına bordo renkli yapraklar serpilmiş. Koltuğu aynı tonlarda yeni bir kumaşla kaplatmaya karar verdi.

İşini bitirince koltuğu içeri taşıdı. Geniş camın önündeki boşluğa yerleştirdikten sonra karşısına geçip baktı. Yeniden döşenince çok güzel olacaktı. Kolunu da tamir ettirdi mi tamamdı.

Çantasındaki fotoğrafları çıkarttı. Kıvırcık saçlı kadın kendisine gülümsemeye devam ediyordu. Diğerlerine de baktı uzun uzun. Gençlik halleri bugün gördüğü genç kadını andırıyordu biraz.  Uykusu geldi.

Yattı ama bir türlü uykuya dalamadı. Yatak bıçak sırtıydı sanki. Ne yana dönse o yanı acıyordu. Daha fazla debelenmek istemedi. Kalktı, mutfağa gitti. Bitki çayı hazırladı kendine. Bilgisayarın olduğu odaya doğru seyirtmişti ki; “Ihlamur mu o?” diyen bir kadın sesiyle irkildi. İçinde bir kuş sürüsü havalandı.

“Hayırdır inşallah” diye içinden geçirdi. Biraz da ürkerek büyük odaya geçip pencereyi açmak istedi. Hava almak iyi gelirdi. Odanın kapısından girince gördüğü şey karşısında neredeyse elindeki fincanı yere düşürüyordu. Berjer koltukta fotoğraflardaki kıvırcık saçlı kadın oturmuş kendisine gülümsüyordu. Cavidan; derin derin uyuduğunu ve bir rüyanın içinde olduğunu düşündü.

Hem rüya görüp hem böyle mantıklı yorum yapabildiğine şaşırdı. Ama rüya bitmiyor bir türlü uyanmıyordu. Üstelik burnuna da buram buram ıhlamur kokusu doluyordu.

Kıvırcık saçlı kadın “Gelsene, konuşalım biraz” deyince bir rüya içinde olmadığına karar verdi. Belli ki zihni ona tatsız bir oyun oynuyordu. Ağır adımlarla berjer koltuğun karşısındaki kanepeye oturdu. Bir süre yaşlı kadınla birbirlerini izlediler. Cavidan, “Neden buradasınız?” diye sorabildi kendine bile yabancı gelen bir ses tonuyla.

Kıvırcık saçlı kadın içtenlikle gülümsedi. Tek yanağında oluşan gamze onu çok çekici hale getirmişti.

“Seninle tanışmak istedim?”

“Ama neden? Neden bunu istediniz?”

“Son yıllarda bana yakınlık gösteren ilk kişisiniz.”

“Nasıl olur? Akrabalarınız olmalı, hatta bugün birini gördüm.”

Cavidan ilk başlardaki şaşkınlığını üzerinde attı. Artık daha rahattı. İçindeki kuş sürüsü sakinlemişti.  Kıvırcık saçlı kadını incelemeye başladı. Şu anda kırklı yaşlar civarında olmalıydı. Saçları arasında seyrek de olsa beyaz teller vardı. Konuşurken sesi o kadar yumuşak bir tonda çıkıyordu ki, bir meltem esintisi gibi odaya yayılıyordu. Kadın oturduğu koltuğun sağlam kolunu adeta okşayarak konuşmaya devam etti.

“Bu koltuk benim olan, diğeri eşimindi. Oymaları el yapımı, çok narindir. Kolu eşimi kaybettiğim gün kırıldı. Acımı unutmamak için tamir ettirmedim.”

Cavidan ne diyeceğini bilemedi. Zaten kadın artık kendi kendine konuşuyor gibiydi.

Kadın sehpanın üzerinde duran fotoğraflara bakarak “O bebek, benim kızım. Bugün gördüğün genç hanımın annesi” dedi. Sanki Cavidan’ın merak ettiği her şeyi anlatmak istiyordu.

“Bu yakışıklı adam da eşim. Uzak yol kaptanıydı. Bir keresinde beni de yanında götürmüştü. Aylarca okyanus dalgalarıyla sallanmış durmuştuk.”

Kadın anlattıkça durum daha da ilginç hale geldi. Cavidan artık bir rüyada olmadığının farkındaydı ama nasıl bir illüzyon içinde olduğunu çözemiyordu.

“O kazadan önceki son yaş günümde aldı bana elmaslı broşu.”

“Hangi broş?”

“Sana hediye edeceğim broş.”

Cavidan duyduklarına şaşırdı. Yerinden kalkıp gitse sihir bozulur muydu acaba? Kalkmaya yeltendi ama kadın engel oldu.

“Bekle! Anlatacaklarım daha bitmedi.”

Cavidan bir robot gibi kendinden istenileni yaptı.

“Broş çok değerliydi. Eşim onu benim için bir müzayededen almış. Ailemdeki herkes o broşun peşindeydi. Hatta ilk sahibine hitaben bir yazı var arkasında. Tesadüf benimle aynı ad.”

“Ne yaptınız broşu?”

“Sana getirdim.”

Cavidan yerinden doğruldu. Duyduklarına inanamıyordu.

“Eşimin ölümünden sonra önce kızım, sonra torunum o broş yüzünden bana dünyayı dar ettiler. Ama vermedim. O benimdi ve ölene kadar benim kalacaktı.”

“Nerede şimdi?”

“Burada. Ben sadece hikâyesini anlatmaya geldim. Bir de beni tanı istedim.”

Cavidan kadının gözlerinde beliren hüznü görünce içinde bir acı hissetti. Kadın anlattıkça yaşlanıyordu sanki. Gülümsemesi de solmuştu.

“Kızım ve torunum o broş yüzünden beni yıllarca cezalandırdılar. Senelerdir görüşmüyorduk. En çok da “Sen ölünce zaten bizim olacak” demeleri canımı acıttı.

“Keşke verseydiniz, boşuna üzmüşsünüz birbirinizi.”

“Çok yalnız kaldığım zamanlarda bazen ben de böyle düşündüm. Sonra birkaç parça taşla süslü bir şey yüzünden beni mutsuz ettikleri için onları affedemedim.”

Cavidan sessizce kadını dinlemeye devam etti.

“Fotoğraflarım sende kalsın. İlk göz göze geldiğimiz fotoğrafı duvarına asar mısın?”

“Elbette. Zaten o kadar güzel bir fotoğraf ki.”

Kadın ayağa kalktı. Berjer koltuğa vedalaşır gibi bakarak,

“Şimdi gidiyorum. Koltuğun arka sırt döşemesini kes. Broşu orada bulacaksın. Umarım sana uğur getirir” dedikten sonra kadın kapıdan süzülüp kayboldu.

Cavidan, bir süre yerinden kıpırdayamadı. Ayağa kalktı, o an karanlıkta oturduğunu fark etti. Oysa kadınla konuşurken ışığın açık olduğundan emindi.

Işığı açıp bir süre berjer koltuğa baktı. Arka tarafına geçip döşemesini inceledi. Eliyle muhtelif yerlerine dokundu. “Yok canım, hayal gördüm” diyerek yatmak için odasına giderken geri döndü. Mutfaktan bıçağı aldı, döşemeyi kesmeye başladı. Birkaç bıçak darbesinden sonra döşeme yer yer açıldı. Açılan yerlerden içeri elini sokup süngerlerin, pamukların arasında broşu aradı. Eli sert bir şeye dokundu. Lacivert kadifeden dikilmiş bir kese içinde saklanmış broş şimdi avucundaydı.

Bir tavus kuşu şeklinde tasarlanmış broşun göz yerinde iki iri elmas taş, kuyruklarının arasında da her biri ayrı renkli minik pırıltılar vardı. Arkasındaki kilitli iğnesinin alt kısmındaki yazıyı okuyan Cavidan’ın gözlerinden yaşlar kendiliğinden akmaya başladı.

“ Cavidan’a aşkla.”

 

Oya ENGİN-04 Nisan 2020/İstanbul

3 comments on “Kırık Kollu Berjer Koltuk

  1. Birsen Sarı dedi ki:

    Broş için terkedilen Cavidan’a üzüldüm. Broşu kime verecegini seçme hakkını, öldükten sonra kullanacak kadar üzülmüş, yanlızlaştırılmış.
    Güzel bir hikayeydi. Teşekkürler Oya’cığım.

  2. Server Muradoğlu dedi ki:

    Oya hanım,şu sıkıntlı pazar gününde okuduğum yazınız bana öyle bir keyif verdi ki unuttum içine olduğumuz bu medebur salgının verdiği sıkıntıyı.Sizi bütün kalbimle tebrik ediyor,sağlıklı ve güzel günlerde yazacağınız herm öyküyü aynı keyifle okuyacağımı bilmenizi istiyorum.Saygılarımla.

  3. Nurhan buyukkaya dedi ki:

    Sokaktaki sandalyeye tekrar can verme fikri muhteşem bir hikaye doğurmuş.. kaleminize saglik..yuregim burkuldu..ama maalesef gerçek bu

Server Muradoğlu için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.