Avuç Kadar Bir Kedi 1

 

Ben,  avuç kadar bir kediyim.

Nereden mi biliyorum? İnsanlar beni ellerine aldıklarında bir avuç kadar yer kaplıyorum da ondan. Dün sabah yaşadığım köyde, evimin terasında annem ve iki kardeşimle önümüze konan yemekleri yerken öksürüğümün iyice arttığını fark ettim. Sanki nefes alırken ciğerlerimden de ses çıkıyor. Annem kardeşlerimden daha çok benimle ilgileniyor ama bir türlü iyileşmiyorum. Offf! Ne fena… Kardeşlerim ne güzel hoplayıp, zıplıyorlar. Neşeleri de yerinde. Üstelik benden de daha şişmanlar. Keşke ben de onlar gibi olsam. Bu yüzden önümüze konan yemekleri çabucak yiyorum. Güçlü olup çabuk iyileşmek istiyorum.

Bugün hava çok rüzgârlı. Annem beni karnının üzerine yatırıp kollarıyla sarmaladı ama ben bir türlü ısınamadım. Bütün gün böyle yattık. Annem yanımdan hiç ayrılmadı. Canım annem, onu çok seviyorum.  Evdekilerin konuşmalarından duydum. Kardeşlerim arasında anneme en çok ben benziyormuşum. Kimseye çaktırmıyorum ama bu beni çok mutlu ediyor.

Uyumuşum. Uykumun arasında bazı sesler duydum. Rüya zannettim önce ama bize her gün yemek veren ev sahibi abla sokaktan geçen iki kadınla konuşuyordu. Gözlerimi aralayarak konuşmaları dinledim.

-Annem için istiyorum. Anne sütünden ayrılmış sokak hayvanı olsun.

-Var bizde üç tane. Tam senin istediğin gibi. Çok tatlılar. Bakmak ister misin?

Terasın demir parmaklıklı kapısı her zamanki gibi gıcırdayarak açıldı. İki kadından genç olanı önden diğeri arkadan girerek yanımıza kadar yaklaştılar. Annem ve kardeşlerim yabancılardan hiç hoşlanmaz. Erkek olan kardeşim tıslayarak geri geri birkaç adım attı. Annem yavaşça yerinden kalkarak masanın altına saklandı. Diğer kardeşim de peşinden. Ben hiç kıpırdamadım. Kırmızı kaban giymiş genç kadından çok hoşlandım. Kıvırcık saçları vardı.  Her sabah terasın önünden geçen bir okul çocuğuna benzettim onu. Kocaman gözlüklerinin ardından bize merakla bakıyordu.

Ev sahibi ablamız bizi anlatmaya başladı.

-Artık yemek yiyorlar. İki dişi bir erkek yavru var. Alırsan çok seviniriz. Biz içeride bakamıyoruz. Ancak terasta.

Kıvırcık saçlı kadın bakışlarını bana çevirerek konuşmayı sürdürdü.

-O bile bir şans.

Birden eğildi beni kucağına aldı. Şişman kollarının arasında neredeyse kayboldum. Kırmızı kabandan başka hiçbir şey görmüyordum ama konuşmalarını merakla dinlemeye devam ettim.

-Bu biraz hasta galiba. Ciğerinden ses geliyor.

-Üşütüyorlar tabi.

-Diğerlerinden de zayıf.

İçime bir korku geliyor. Ya hastayım diye beni istemezse…

-Ah canım!   Sonra kulağını göğsüme yaklaştırıyor, bir süre dinliyor. Bir ara göz göze geliyoruz. O anda onu çok seviyorum. İçimden diyorum ki. “Beni sen al.”

Ev sahibim abla diğer kardeşimi işaret ederek,

-Ona bak istersen, diyor.

Kırmızı kabanlı kadın,

-Olmaz bu hasta, bunu almak lâzım. Tedavi olması gerek.

O anda içim sevinçle doluyor. Galiba yuvalandım. Beni hasta ve zayıf halimle seven biri oldu. Anneme bakıyorum. O da öyle sevinçli ki…

Ev sahibi abla da çok mutlu. Kırmızı kabanlı kadın saçlarının buklelerini burnuma sürerek bana soruyor.

-Ne dersin, annemin kedisi olur musun?

İçimden bütün dünyanın duyacağı şekilde  “Evet!” diye bağırmak istiyorum ama o kadar güçsüzüm ki minik bir mırıltıyla miyavlıyorum.

Ev sahibi abla terasın kapısını ardımızdan kapatırken tembihliyor. Arada fotoğraf yollarsın. İçimden ona teşekkür ediyorum. Anneme ve bize çok güzel baktığı için.

Kırmızı kabanlı kadın ve yanındaki diğer kadın kendi aralarında gülüşerek hem sohbet ediyorlar hem de yürüyorlar. Yavaş yavaş sokağımdan, terasımdan annem ve kardeşlerimden uzaklaşıyorum. Ama şişman kolların arasında kendimi öyle güvenli hissediyorum ki hiç üzülmüyorum.

Köy meydanına geliyoruz. Burasını ilk defa görüyorum. Annem hep anlatıyordu. Pazar günleri bu meydan çok kalabalık oluyormuş. Sürücüler araçlarını çok hızlı kullanıyormuş. Hem insanlar hem de sokak hayvanları için büyük tehlikeymiş. Bizi her zaman araç sürücüleri için uyarırdı zaten.  İşte ilk kez geldiğim bu meydanda şaşkın şaşkın çevreyi izlerken bir lokantanın önünde duruyoruz. Renkli sandalyeler var kapının önünde.  Bahçesinde el örgüsü motifler giydirilmiş ağaçlar… Çok hoşuma gitti burası. Tam o anda kocaman, sarı tüylü bir köpek koşarak yanımıza geldi. O an çok korktum.  Ama kollarının arasında olduğum kırmızı kabanlı kadın bu köpekle de iyi anlaşıyordu.

-Tatlım. Bak kardeş geldi sana.

Sarı tüylü köpek benimle hiç ilgilenmeyince çok rahatladım. O kendini sevdirmek peşindeydi. Kafasını kırmızı kabanlı kadının eline doğru uzatıyor devamlı sevilmek istiyordu. Bir süre bu yapışkan köpeği sevdikten sonra lokantanın içinden bir erkek çıkarak yanımıza geldi.

-Buldunuz mu nihayet?

Şişman kollar biraz gevşedi. Derin bir nefes aldım. Bu kez erkek beni kucakladı. Biraz sevdikten sonra yine şişman kolların arasına geri döndüm.

Birkaç saat sonra hayatımda ilk defa içine girdiğim bir kafesli çantaya soktular beni. Aman, ben bunu hiç sevmedim. Kafes arkasından dünyayı izlemek berbat bir şeydi. Mızırdanmamdan kırmızı kabanlı kadın rahatsız olduğumu anladı, tatlı tatlı konuşarak beni sakinleştirdi. Sık dişini dedim kendi kendime.

Meydanda duran kocaman bir araç vardı. Belediye otobüsüymüş. Ona bindik. Çok gürültülü bir şeydi. Biraz korktum ama bu yolculuğun sonu güzele benziyordu… Gözlerimi kapatıp biraz uyumaya çalıştım.

 

 

Devam edecek…

 

Oya ENGİN/05 Aralık 2018, İstanbul

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.