Ayna Perisi…

 

Gözlerini açtığı her sabah “Bugün de sağ salim uyandım, şükürler olsun” der, ağrıyan belini incitmemeye çalışarak önce yatakta yan döner sonra iki bacağını birden aşağı sarkıtır, topuk dikeni çıktığı zamanlar ısmarlama yaptırdığı siyah kapitone  terliklerini giyer doğruca banyodaki aynanın karşısına geçerdi.  Oldum olası aynalarla arası hep iyiydi.  Çocukken annesi, ayna karşısında uzun uzun kendini seyrettiğinde yarı kızgın yarı şakacı bir edayla “Bir gün ayna perisi seni kapacak” dediğinde  periyle karşılaşmak için saçını fazladan defalarca taradığı olurdu.

O sabah da aynaya bakarken bir türlü rastlayamadığı ayna perisi geldi aklına.  “Dünya gözüyle seni bir kere görebilecek miyim acaba?” diye fısıldayarak kendi kendine gülümsedi. Ellerini karmakarışık saçları arasında gezdirdi. Nasıl da azalmışlardı. Tarağı saçlarına götürdü, öyle kolay ilerledi ki…

Yüzünü yıkadıktan sonra gençliğinden beri vazgeçemediği menekşe kokulu kremi bolca sürdü kırışıklarının üzerine, dakikalarca masaj yaptı. Sonra yeniden seyretti kendini.  Peri hala ortalarda yoktu ama kendisi bir melek gibiydi. Hani ‘ne güzel ihtiyar’ denirdi ya, bir melek güzelliğiyle yaşlanmış şanslı insanlardandı.

Klozete takıldı gözü. Tuvaletini hâlâ yapmamıştı. En büyük sıkıntılarından biriydi o klozete oturmak. Oturması iyiydi de, ah o kalkması yok muydu? Bir süredir oturduğu yerden rahatça ayağa kalkamıyordu. Doktora gidip ağrılarını anlatınca “Ama ağrısın artık biraz” demişti yarı şaka yarı ciddi… O zaman çok kızmıştı doktora ama adam haklıydı. Doksan yaşını geçeli kaç yıl olmuştu saymak istemiyordu. Yaşlanmayı kabullenmeyi hiç istemedi. Şu gönül yok muydu hani bir türlü yaşama sevinci sönmeyen, onu ne yapacaktı?

Banyodan çıktı, terliklerini pala kilim üzerinde sürüyerek koridoru geçti, mutfağa girdi. “Bu kilimi de kaldırmalı artık, bir gün takılıp düşeceğim” diye içinden geçirdi. Bu ay temizliğe gelen kadına söyleyecekti, alsın götürsün.

Çaydanlığı ocağın üzerine koydu, dün geceden kirli kalan meyve bıçağını yıkarken ellerine takıldı gözleri. Bir zamanlar oya işleyen, fırça tutan kalem gibi parmakları şimdi tanınmaz haldeydi. Hele baş parmağı; neredeyse camdan seslendiği bakkala “Beş yumurta gönder” işaretini yapamayacak kadar yamulmuştu. Gülümseyerek  “Aman canım, ben bakkala beş yumurta gönder diye işaret ederim o dört tane yollar” diye içinden geçirdi. Su kaynadı, çayını demledi. Mutfağa mis gibi çay kokusu yayıldı. Yeğeni yurt dışından getiriyordu çaylarını. Yan komşusu “Sırf senin şu güzel çayını içmek için geliyorum” demişti laf arasında şakacıktan. Çok gücenmişti o zaman. Ama sonra “Yeter ki gelsin, iki çift laf edelim. Çay bahane olsun” diye düşünmüştü.

Kahvaltısını büyük bir servis tabağına hazırladı.  Zeytin, bir parça beyaz peynir, domates, salatalık bir de son zamanlarda dadandığı tuzsuz misket peynirlerden. Tabağını aldı, salondaki televizyonun karşısına oturdu. En sevdiği programı açtı, kim kaybolmuş, nerede bulunmuş, kim kimi öldürmüş? Merakla izlerken zaman nasıl geçiyor anlamıyordu. Ekrandaki kadın kaybolan kızının ardından gözyaşı dökerken içi burkuldu. O anda bir zeytin tanesinin çekirdeği protezini yerinden oynattı. Banyoya gidip takma dişlerini çalkaladı. Dönüşte mutfak kapısının önünden geçerken çaydanlığa takıldı gözü. Yine unutmuştu, alttaki su kaynaya kaynaya bitmek üzereydi. Son bir ay içinde iki çaydanlık bir tencere yakmıştı.

Çay içmekten vazgeçti. Buzdolabından süt paketini çıkardı, makasla köşesinden küçük bir parça kesti. Bardağına süt doldururken paketi biraz fazla sıkınca, sütler önce tezgâha oradan da yere fışkırdı.

Kendi kendine söylendi. “Birini bulmalı artık, bir yardımcı, bir komşu, bir genç kız…”

Her şeyi bıraktı. Yatak odasına geçti, giysi dolabını açtı, özenle askılara asılmış kıyafetlerinin arasından havaya uygun bir tanesini seçti. Çabucak giyindi. Gül bahçesine gidecekti. Kapısının önünden geçen otobüslerden birine binip iki durak ilerideki belediyenin yeni düzenlediği gül bahçesine gitmeyi çok seviyordu.

Kapının yanındaki duvara çakılı  boy aynasında kendine baktı. Seyrelmiş saçlarını kabartmış, yakasına tavus kuşu şeklinde bir broş takmıştı. Artık bu broşlardan kimse takmıyordu.

Sırtına takıldı bakışları. Basbayağı eğrilmişti. Dik durmaya çalıştı, sancı girince vazgeçti.  Bastonunu aldı dayadığı yerden, ücretsiz seyahat kartını kontrol etti, kapısını kilitledi, asansöre bindi. Sıfır tuşuna basıp aynada kendini seyretmeye başlayınca şaşkınlıktan gözleri faltaşı gibi oldu. Aynada tıpkı kendi gençliğine benzeyen bir peri gülümsüyordu.

 

Oya ENGİN

 

 

2 comments on “Ayna Perisi…

  1. Anonim dedi ki:

    What’s up, I read your blogs regularly. Your story-telling
    style is witty, keep doing what you’re doing!

  2. Yasemin Erdem dedi ki:

    Şahane

Anonim için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.